filmov
tv
İstanbuldere'den Soğucak Şelalesi ve Yangın Kulesi'ne ( 2014 05 )

Показать описание
Etrafımız karadenizi andıran bir yeşille çepeçevre sarılı. Yetmezmiş gibi yağmur ve yükseldikçe kendini hissettiren bir duman bu atmosferi tamamlıyor. Daha ilk adımlarda heyecan veriyor parkur. İlk önce dağdan gelen soğuk suların kabarttığı dereyi geçiyoruz, içinde çıplak ayakla ancak birkaç dakika durulabiliyor.
Kartepe’nin bu yüzünü ilk ziyaretimiz. Ormanı oluşturan ağaçların büyüklüğü ve çeşitliliği hayranlık verici. Özellikle kestane ağaçlarının yoğunluğu dikkat çekici. Onları kayın, gürgen ve ıhlamur takip ediyor. Aralarda kızılağaç, titrek kavak ve yabani elma gibi türlere rastlamak da mümkün.
Ormanaltı ise hala tüm coşkusu ile açan Mor ormangülleri ve baygın kokusuyla taflanların hakimiyetinde. Yağmura karşı direnişimizin bayrağı olan kabalaklarsa kimi yerde omuz hizamıza gelmeye başlamışlar. Zaman zaman hafifleyen bir yağmurla birlikte bu doku içinde ilerliyoruz.
Çok eski bir araç yolu olan şimdiki patika uzun zikzaklarla üstünde olduğumuz yamaç boyunca yükseliyor. Neredeyse tüm yol geçen seneden kalan kestanelerle dolu. Sonbahar da hem onları toplayan insanlar hem de kalanlarla beslenen yabani hayvanlar için oldukça cazip bir bölge olmalı buralar.
Özellikle ispinozların şarkıları eşlik ediyor keşfe, durup dinlediğimiz de oluyor hep beraber. Arada kızılgerdanlar bir görünüp bir kayboluyor. Tıpkı Kayın baştankaraları gibi. Zaman zaman farklı türlerin ötüşleri gelse de duman ve yağmur görüşe pek izin vermiyor.
Patikanın sonundaki araba yoluyla şelaleye ulaşıyoruz. Hala daha devam eden yağışlarla en coşkulu haline ulaşmış olmalı. İlk önce sesini duyuyorsunuz uzaktan sonra aniden karşınıza çıkıyor. Suyun gücünden etkilenmemek, onu keyifle izlememek mümkün değil.
Bizi yangın gözetleme kulesine götüreceğini düşündüğümüz sapağa varana kadar toprak yolu takip ediyoruz. Sapaktan biraz içeride burayı mesken tutmuş arıcı bir aile ve belki de yüz tane kovanla karşılaşıyoruz. Birkaç haftaya kadar kestane ağaçları çiçeklenecek ve fazla uzun olmayan bu süre boyunca biraz bal toplamaya çalışacaklar.
Bir müddet sonra izlediğimiz yolun eski bir heyelanla sebebiyle kopup yok olduğu bir noktaya geliyoruz. Bu bölgeyi geçip karşı tarafta devam eden uca ulaşmak çok zor olmuyor. Yolun insanlar tarafından az kullanılıyor olması yaban hayvanlar tarafından ziyaretini arttırmış olmalı . Sık sık rastladığımız ayı dışkıları ve grubun önündekiler tarafından görülen yaban domuzu bunun en iyi göstergeleri.
Kuleye yaklaştığımız sırada yükselen bulutlar ve açan hava, bölgenin tüm güzelliğini gözümüzün önüne seriyor. Üvez ve porsuk ağaçları sık rastladığımız türler artık. Batımızda kalan Kartepe’nin zirvesini ve vericileri rahatlıkla seçebiliyoruz. Gene bu zirveye doğru dalga dalga uzaklaşan göknar ve kayın ormanları ve onların bulutlarla dansı pek tabiî ki görülmeye değer.
Hemen yakınımızdan gelen dikkat çekici “Kahkaha” nın kurumuş bir ağacın tepesinde varlığını ilan eden Küçük Yeşil ağaçkakana ait olduğunu anlamamız ise çok zaman almıyor.
Orman gözetleme kulesinin bulunduğu sırt hattının sonuna ulaşmak, açık olan görüşün yardımıyla buradan tüm İstanbul Dere vadisini, Sapanca Gölü’nün tamamını, Kartepe zirveyi, Soğucak Yaylası’nı, bahar yeşilinin binbir tonunu barındıran o orman denizi görmek ise gene son derece heyecan verici.
Kulenin bizi rüzgardan koruyan tarafında içimizi de ısıtan bir ateş yakıp öğle yemeğimizi hazırlıyor, kısa bir süre sonra açan güneşi de keyfimize ortak ediyoruz. Tacettin Bey ve Serap Hn ın çay ve kahveleri ise molaya son noktayı koyuyor.
Dönüşümüz sırtın doğusundaki eski bir yoldan aşağı . Hissetmeye başladığımız yorgunluğu ayaklarımızı çok fazla üzmeyecek bir tempoyla bizimle beraber aşağılara doğru taşıyoruz. Kalkan dumanın verdiği görüş mesafesi, çıkarken kaçırdığımız güzellikleri hatırlatıyor etrafımıza baktıkça. Buralara birkaç hafta sonra çilek bolluğunda, sonbaharda ise kestaneler olmuşken tekrar gelmenin hesaplarını yapıyoruz. Gün kararmadan başladığımız noktadayız.
Bugünkü yol birlikteliğinin, çoğu birbirini tanımayan ama gün boyu kader birliği yapan insanların beraber ortaya koydukları mücadelenin sonu aynı zamanda. Adapazarı’ndan gelip rota hakındaki birikimini bizimle paylaşan Kenan Hazar ve ailesine, ev sahibimiz sayılan ve bizi yalnız bırakmayan Nizamettin Amca’ya, ikramları ve enerjileri bitmek bilmeyen Tacettin ve Serap Kulaç’a, Denizli Köyü’nden kalkıp gelen Kadir Abi’ye, biraz yorsak da bilgilerini hep bizimle paylaşan Özkan Bey’e, kanları kaynayan Ersin ve Cengiz’e , yürüyüşler de ışığı bir türlü yakalayamayan sevgili Barış’a bu güzel gün için bir kere daha teşekkürler…
Kartepe’nin bu yüzünü ilk ziyaretimiz. Ormanı oluşturan ağaçların büyüklüğü ve çeşitliliği hayranlık verici. Özellikle kestane ağaçlarının yoğunluğu dikkat çekici. Onları kayın, gürgen ve ıhlamur takip ediyor. Aralarda kızılağaç, titrek kavak ve yabani elma gibi türlere rastlamak da mümkün.
Ormanaltı ise hala tüm coşkusu ile açan Mor ormangülleri ve baygın kokusuyla taflanların hakimiyetinde. Yağmura karşı direnişimizin bayrağı olan kabalaklarsa kimi yerde omuz hizamıza gelmeye başlamışlar. Zaman zaman hafifleyen bir yağmurla birlikte bu doku içinde ilerliyoruz.
Çok eski bir araç yolu olan şimdiki patika uzun zikzaklarla üstünde olduğumuz yamaç boyunca yükseliyor. Neredeyse tüm yol geçen seneden kalan kestanelerle dolu. Sonbahar da hem onları toplayan insanlar hem de kalanlarla beslenen yabani hayvanlar için oldukça cazip bir bölge olmalı buralar.
Özellikle ispinozların şarkıları eşlik ediyor keşfe, durup dinlediğimiz de oluyor hep beraber. Arada kızılgerdanlar bir görünüp bir kayboluyor. Tıpkı Kayın baştankaraları gibi. Zaman zaman farklı türlerin ötüşleri gelse de duman ve yağmur görüşe pek izin vermiyor.
Patikanın sonundaki araba yoluyla şelaleye ulaşıyoruz. Hala daha devam eden yağışlarla en coşkulu haline ulaşmış olmalı. İlk önce sesini duyuyorsunuz uzaktan sonra aniden karşınıza çıkıyor. Suyun gücünden etkilenmemek, onu keyifle izlememek mümkün değil.
Bizi yangın gözetleme kulesine götüreceğini düşündüğümüz sapağa varana kadar toprak yolu takip ediyoruz. Sapaktan biraz içeride burayı mesken tutmuş arıcı bir aile ve belki de yüz tane kovanla karşılaşıyoruz. Birkaç haftaya kadar kestane ağaçları çiçeklenecek ve fazla uzun olmayan bu süre boyunca biraz bal toplamaya çalışacaklar.
Bir müddet sonra izlediğimiz yolun eski bir heyelanla sebebiyle kopup yok olduğu bir noktaya geliyoruz. Bu bölgeyi geçip karşı tarafta devam eden uca ulaşmak çok zor olmuyor. Yolun insanlar tarafından az kullanılıyor olması yaban hayvanlar tarafından ziyaretini arttırmış olmalı . Sık sık rastladığımız ayı dışkıları ve grubun önündekiler tarafından görülen yaban domuzu bunun en iyi göstergeleri.
Kuleye yaklaştığımız sırada yükselen bulutlar ve açan hava, bölgenin tüm güzelliğini gözümüzün önüne seriyor. Üvez ve porsuk ağaçları sık rastladığımız türler artık. Batımızda kalan Kartepe’nin zirvesini ve vericileri rahatlıkla seçebiliyoruz. Gene bu zirveye doğru dalga dalga uzaklaşan göknar ve kayın ormanları ve onların bulutlarla dansı pek tabiî ki görülmeye değer.
Hemen yakınımızdan gelen dikkat çekici “Kahkaha” nın kurumuş bir ağacın tepesinde varlığını ilan eden Küçük Yeşil ağaçkakana ait olduğunu anlamamız ise çok zaman almıyor.
Orman gözetleme kulesinin bulunduğu sırt hattının sonuna ulaşmak, açık olan görüşün yardımıyla buradan tüm İstanbul Dere vadisini, Sapanca Gölü’nün tamamını, Kartepe zirveyi, Soğucak Yaylası’nı, bahar yeşilinin binbir tonunu barındıran o orman denizi görmek ise gene son derece heyecan verici.
Kulenin bizi rüzgardan koruyan tarafında içimizi de ısıtan bir ateş yakıp öğle yemeğimizi hazırlıyor, kısa bir süre sonra açan güneşi de keyfimize ortak ediyoruz. Tacettin Bey ve Serap Hn ın çay ve kahveleri ise molaya son noktayı koyuyor.
Dönüşümüz sırtın doğusundaki eski bir yoldan aşağı . Hissetmeye başladığımız yorgunluğu ayaklarımızı çok fazla üzmeyecek bir tempoyla bizimle beraber aşağılara doğru taşıyoruz. Kalkan dumanın verdiği görüş mesafesi, çıkarken kaçırdığımız güzellikleri hatırlatıyor etrafımıza baktıkça. Buralara birkaç hafta sonra çilek bolluğunda, sonbaharda ise kestaneler olmuşken tekrar gelmenin hesaplarını yapıyoruz. Gün kararmadan başladığımız noktadayız.
Bugünkü yol birlikteliğinin, çoğu birbirini tanımayan ama gün boyu kader birliği yapan insanların beraber ortaya koydukları mücadelenin sonu aynı zamanda. Adapazarı’ndan gelip rota hakındaki birikimini bizimle paylaşan Kenan Hazar ve ailesine, ev sahibimiz sayılan ve bizi yalnız bırakmayan Nizamettin Amca’ya, ikramları ve enerjileri bitmek bilmeyen Tacettin ve Serap Kulaç’a, Denizli Köyü’nden kalkıp gelen Kadir Abi’ye, biraz yorsak da bilgilerini hep bizimle paylaşan Özkan Bey’e, kanları kaynayan Ersin ve Cengiz’e , yürüyüşler de ışığı bir türlü yakalayamayan sevgili Barış’a bu güzel gün için bir kere daha teşekkürler…