Pazarlık Edelim - Loudingirra Özdemir (Dumai, Endonezya)

preview_player
Показать описание
100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAK

MÜSLÜMAN MISIN?

BİRİNCİ BÖLÜM:
Gümrük binasının gölgesine oturmaya niyetlendiğim sırada, etrafımı üç tekerlekli taksi şoförleri sardı. Israrcı tutumlarından kurtulmak için uydurduğum yalanlara, çoğunluğu inanmış gibi görünüp beni kendi halime bıraktılar; fakat içlerinden iki kişi, benimle birlikte oturup ısrarcı olmayı sürdürdüler. Bir süre sonra, daha yanık tenli ve zayıf olan motosikletçi, diğerinin omzuna, "Beklemeye değmez." dercesine dokunup kalktı ve uzaklaştı. Beriki, arkadaşının gitmesinden memnun olmuş gibiydi. İyice bana sokulup beklemeye devam etti. İngilizcesi yok denecek düzeydeydi. İletişim kurmakta güçlük çekiyor, boşuna beklememesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordum; fakat bu çabalarıma, beni göz hapsinde tuttuğu gözlerle yüzüme boş boş bakmanın dışında bir tepki vermiyordu. Yanımızdan geçen insanlarla sık sık Bahasa bir şeyler konuşup gülüşüyor, sonra da avına odaklanan yırtıcı hayvan gerginliğiyle bana dönüp, bakışlarını tekrar üzerime dikiyordu. Turistin pek uğramadığı bu küçük şehirde, karşımdakinin bu tutumu, kapalı bir toplumda yaşamanın tipik bir örneğiydi.
Belki benden alacağı birkaç kuruşun peşindeydi, belki de şehre gidecek başka vasıta olmadığı için, bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Kestiremiyordum; fakat uzun süreceği kesin gibi görünen bu bekleyişin sonunda, adamı orada terk edecek, şehre yürüyerek gidecektim ve bu hiç etik olmayacaktı. Son olarak, ceplerimin astarını dışarı çıkardım. Yere düşen yirmi doları elime aldım:
"Bütün param bu! Şehir merkezine yürüyerek gideceğim. Havanın serinlemesini bekliyorum." dedim. Sözcüklerime acemi bir beden diliyle eşlik ediyordum.

O sırada, bir süredir bizi uzaktan izleyen güvenlik görevlisinin çabuk adımlarla bize doğru gelmekte olduğunu farkedince rahat bir nefes aldım. Duruma müdahele edip, beni motorsikletçinin ısrarlarından kurtaracağını zannederken, yanımıza varır varmaz, heyecanla:
"Müslüman mısın?" diye sordu.
"Evet, Müslümanım." diye geçiştirdim.
Sevinçle koluma yapıştı ve:
"Hadi mescide gidip öğlen namazını kılalım." dedi.
Gözleri parlıyordu. Birisine iyilik yapma fırsatını yakalamış olmanın mutluluğu içindeydi. Güvenlikçinin, böyle bir gerekçeyle yanımıza gelmesi, bende kısa bir şaşkınlık yaratmıştı. Sıkıca kavramış olduğu kolumu, gayriihtiyari bir tepkiyle kurtardım. Kaba sayılabilecek bu davranışıma rağmen, gözleri saf bir tebessümle parlamaya devam ediyordu. Motorsikletçiye müdahale etmesi, güvenlikçinin görev tanımına daha uygunken, o an için en son ihtiyaç duyduğum bir şey için, geniş bir sabırla ısrarında diretmesi üzerine:
"Seferiyim." diye onu terslemekten kendimi alamadım.
Karşımdaki, hayal kırıklığına uğramış bir yüz ifadesiyle kolumu bıraktı.

Daha sonra pişman olduğum bu davranışımın altında yatan sebep, ülkemde geçirdiğim son iki yılda, bir din kültürü öğretmeni sıfatıyla, kurumsal din ve bu anlayışın ürettiği kültürle arama mesafe koymuş olmamın neticesinde yaşadığım ağır travmaydı. Derslerimde işlediğim müfredata uygun konuları, mevcud siyasi konjonktüre yaranmak için, "İslami" olmadığı gerekçesiyle beni idareye çağırtıp, imam hatip düzeyindeki dini bilgileriyle vaaz veren idareciler... Din kültürü öğretmenliğine imamlık misyonu yükledikleri için, beklentilerini karşılamaktan uzak durduğum müdürlerin uyguladığı idarî yaptırımlar...
"Zihniyeti bozuk bir din öğretmeni istemiyoruz." diye okulu basan hacı amcalar... Eğitim-öğretim zorunlu olmasaydı, asla okul sıralarına oturmayacak olan, din diye toplumda yaygın hurafeler dışında, hiç bir konuya duyarlı ve ilgili olmayan, seksen yaşındaki bir adamın sabit fikirliliğini taşıyan öğrencilerin küstahça özgüveni... Akşamları, aile içi saadet ve huzuru, her konuda aynı fikirde olmaya bağlayan bir eve gitmek zorunda kalıyor olmam... Aile üyeleri üzülmesin diye silik bir karaktere bürünüp iki yüzlü bir yaşantı sürmeme rağmen, yine de evdeki huzursuzluğun önüne geçemiyor olmam ve geceleri babamın anneme yakınıp " Bu çocuk da bizim imtihanımız, ne yapalım!" diye ağladığı haberlerinin sürekli kulağıma gelmesi... Tüm bunlar ve daha nicesi, sosyal ve meslekî hayatımdan taşıp özel hayatımı alt üst etmeye başlayınca, yokluğum hemen fark edilmesin diye, istifa dilekçesi bile vermeden, okulların yaz tatiline girdiği gün ülkemi terk etmiştim.

Mısır'da bulunduğum sıralarda, Mısırlı bir ailenin evine bir Fransız gezginle konuk olmuştuk. Ev sahibi, öğretim görevlisi olarak İngilizce derslerini okuttuğu özel bir üniversitede, kendisiyle birlikte derse girmemizi rica etti. Ertesi gün derse girdik. Karşılarında hocalarını iki yabancıyla gören öğrencilerin yüzlerinde beliren şaşkınlık, kısa bir süre sonra, yerini utangaç bakışlara ve fısıltılara bıraktı. Arka sıralarda oturan bir kaç kız öğrenci, bizi fark edinceye kadar açıkta olan yüzlerini, başörtülerinin ucuyla, sadece gözleri açıkta kalacak şekilde örtüp kıkırdamaya başladılar... DEVAMI YORUM KISMINDA.
Рекомендации по теме
Комментарии
Автор

İKİNCİ BÖLÜM:
Hoca, "Türkiye'den ve Fransa'dan iki misafirimiz var." diye bizi sınıfa takdim ettikten sonra öğrencilere döndü::
"Aklınızdaki bütün soruları, hiç çekinmeden onlara sorabilirsiniz." dedi.
Ön sıralardan gözlüklü bir öğrenci elini kaldırdı:
"Hıristiyan mısın?" diye sordu.
"Evet." diye cevapladı Fransız.
Sonra bana döndü:
"Sen de Müslümansın, değil mi?"
"Hayır." dedim.
Pencere tarafında oturan bir öğrenci, heyecanla atıldı:
"O halde Hıristiyansın." dedi.
"Hayır, ikisi de değilim." dedim.
Arka sıralardan:
"İnanmıyor?" diye bir ses duyuldu.
Müslüman ve Hıristiyan olmadığıma göre, inançsızlığıma dair kesin bir hükme varılmıştı. Önde oturan gözlüklü çocuk şaşırmıştı.
"Seni bu denli şaşırtan nedir?" diye sordum.
"Ne bileyim." diye omuz silkti.
Yanındaki lafa karıştı:
"Bir şeye inanmamak... Sanki... Biraz tuhaf... "
"Sence asıl tuhaf olan şey, sınırları çizilemeyen ve tamamen subjektif tecrübelerin ürünü olan inançlarla insanı tanımlamaya çalışmak ve ona sınır çizmek değil midir?" dedim.
Karşımdaki, sorumu anlayamadı. Zaten beni dinlememişti bile. Zihni, sıradaki cümlesini araya sıkıştırmanın telâşesindeydi; çünkü savunduğu düşüncenin mutlak doğru olduğu ön kabulü, karşısındakinin ne dediğiyle ilgilenmekten onu alıkoyuyordu.
O ana kadar utangaç ve sıkılgan tavırlarıyla sessiz duran kızlar tarafı, hareketlenmeye başladı. Kullanacakları kelimelerin İngilizcesini bulmak için bir yandan sözlükleri karıştırıyorlar, bir yandan da söz almak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bütün sınıf, Kur'an'dan örnek ayetler okuyarak, ne denli yanlış yolda olduğumu bana göstermek için çaba sarfediyordu. Orta sıralardan, yargılamak yerine, nispeten daha aklı başında bir çıkış geldi:
"Neden inanmıyorsun?"
Soruyu soran kişiyle göz göze geldik. Yanılmıştım. Meraktan değil, yine tepki ve şaşkınlıktan doğan bir soruydu.
Bunun üzerine, öğrenciyi muhatap almak yerine, masada oturan öğretim görevlisine döndüm:
"Kutsal metinlere başvurmadan, önce neden inandığını bana açıklayabilirse, ben de o zaman ona neden inanmadığımı açıklayacağım." dedim.
Öğretim görevlisi, öğrencilerin tutumundan kendisi de rahatsız olmuşa benziyordu.
"Başta Arap ülkelerinde olmak üzere, bütün İslam ülkelerinde bir yabancıyla karşılaşıldığında, ilk sorulan şey neden onun dini inancıdır?" diye sitem ederek devam ettim.
Fransız çocuk, müstehzi bir yüz ifadesiyle araya girdi:
"Doğal karşılayacaksın bunları." dedi.
"Bu coğrafyada, insanların kimlik kartlarında, mensup oldukları din yazılıdır. Bu anlamda, din onların kimliğinin bir parçası. İsmini sormalarını nasıl doğal karşılayıp cevaplıyorsan, bu soruyu da aynı şekilde doğal karşılayacaksın. 'Dinim yok' demen, 'ismim yok' demen kadar tuhaf karşılanır."
Sözleri bana yönelik olmasına rağmen, konuşması sırasında, daha çok öğretim görevlisiyle göz teması kurmuştu.

Fransız çocuğun tespiti, meselenin psikolojik ve sosyolojik boyutunu açıklamaktan uzak olmasına rağmen, onu başımla onayladım; çünkü yüz hatlarına yapışıp kalan istihza karşısında utanmıştım. Haklıydı. Öğretim görevlisi, bizi evinde ağırlayıp ikramda bulunmuş, bunun karşılığında ise, öğrencileriyle dil pratiği yapmamız için sınıfına davet etmişti. Öğrencilerinin tutumunu, yaşadıkları toplumu ve ülkelerinin eğitim sistemini gergin bir üslupla eleştirmenin ne yeri ne de zamanıydı.

İşte, gümrük binasında, güvenlik görevlisini terslerken, o Fransız çocuğun müstehzi yüz ifadesini hatırlamış ve fevri çıkışım karşısında pişmanlık duymuştum. Sırtını dönüp uzaklaşmakta olan güvenlik görevlisine:
"Öğlen ve ikindi namazlarını cem edeceğim." diye açıklama yapma ihtiyacı duydum. Yüzünü döndü, "Böyle şey mi olur?" dercesine kafasını sallayıp yerel dilde söylendi. Fakat çok uzaklaşmadan, nedense vazgeçip geri döndü:
"Daha ucuza vasıta bulamazsın." dedi.
Güvenlikçinin bu sözü üzerine, iyice cesaretlenen motorsikletçi, sessizce oturduğu yerden kalkıp tekrar ısrar etmeye başladı. Benim niyetimin daha ucuz bir vasıta bulmak olmadığını anlamaktan uzak yerlilerin bu baskısı, beni iyice bunaltmıştı. Serin havayı beklemeden, çantalarımı yüklendim. Liman binasından ayrıldım; fakat sağlı sollu otomobil ve petrol atıklarının olduğu gölgesiz sokaklarda, çevredeki yabancı bakışların dikkatini çekmeden ve yoldan geçen neredeyse her motorsikletçinin ısrarlarına maruz kalmadan yürümek, kolay değildi. Daha fazla devam etme iradesini kendimde bulamadım. Limana geri döndüm.

Yolcuların ve taksicilerin çoktan ayrıldığı limana, sessizlik çökmüştü. Giriş kapısına, ertesi gün gerçekleşek feribot seferine kadar kilit vurulmuştu. Gümrük binasının büyük bir bulvara açılan kapısının eşiğine matımı serip oturdum.

Bulvarın sağına soluna seyrekçe dizilmiş tek katlı bakımsız evleri, kızgın bir gökyüzü örtmüştü. Kaldırımsız ve yamalı asfaltın üzerinde, rüzgarın zaman zaman toz öbekleriyle oynaması dışında bir hareketlilik yoktu. Yalnızca alaca bir kuş; az ilerde, refüjden taşmış bir palmiyenin gölgesinde, etrafın dinginliğine tezat bir tez canlılıkla toprağı eşeliyordu. Tepedeki güneş, gümrük binasının arkasına düştükçe, saçağın gölgesi, bir yorgan gibi üzerimi örtüyor, göz kapaklarıma, karşı konulmaz bir ağırlık çöküyordu. Zamanın bile ilerlemekte üşengeç davrandığı bu kızgın gökyüzünün altında, teslimiyet, o an için en büyük erdemdi.

Uyandığımda, sırtüstü yattığım yerden başımı sağa çevirir çevirmez, karanlık bir gölgeye dönüşmüş palmiye ağacı görüş alanımı kapladı. Ürperdim. Doğruldum. Apar topar çantalarımı yüklendim. Karanlığa kadar, deliksiz bir uykuyla ne de huzurlu uyumuştum! Şehir merkezine doğru hızlı adımlarla yürürken, yerleşik hayatımda mobilyacı mobilyacı ortopedik yatak aradığım günleri, gayriihtiyari anımsadım. Demek ki istendiğinde, sokakta sadece ince bir yoga matı üzerinde bile deliksiz bir uykuya dalmak mümkünmüş. İnsan, bütün şartlara ayak uydurabilme kapasitesini içinde taşımasına rağmen, enerjisinin ve zamanının çoğunu, mevcut doğal şartları kendine uydurmak için harcayan bir varlıktı... DEVAMI DİĞER YORUMDA.

Автор

Yeni bir yere tayin olup orada ki ilk günümde hiç bir yere aitsizlik hissi tüm kalbimi kapladığında, kendimi senin o gümrük binasındaki bilinmezlikte bulurum hep. Sınırlar içinde yerleşik konforlu hayat mı yoksa konforsuz sınırsız hayat mı? Kim senin kadar cesaretli olabilir. Ben değilim. O yüzden yapamadığımı yapan seni soluksuz takip ediyorum. Yolun açık olsun.

alicanalim
Автор

Yüreğine sağlık helal olsun türkülerimizi ve kültürümüzü çok güzel tanışıyorsun

hasansahin
Автор

Kültürümüze, türkülerimize mest oluyor aşkla bakıyor dünya!

juniortunam
Автор

Hay canına kurban can tebrik ediyorum cok güzel sesin var

adanaliayhan
Автор

Vay be nerelerde türkülerimiz maşallah

halil
Автор

Yüregine sağlık devrış ermiş oğlum gittiğin yolların hep açık olsun

guldumlupnar
Автор

Bu adamin dibidir. İnsaninda dibidir. Ciktigin yolda gazan mubarek olsun hocam. Sana kattigi herseyide bizimle paylasman dileylgiyle saglicakla kal inşallah

lightjockeyy
Автор

Hayırlı günler öncelikle sizi tebrik etmek isterim Allah size çok güzel bir yolculuk nasip etmiş belliki bu yolculukta kendinizi ve Rabbimizi bulmanizi istiyor .Başınıza gelen olaylar ise gerçekten çok üzücü bunlar bize mükemmel olanin islam olduğunu müslümanlar olmadiğini bir kez daha gözler önüne seriyor .Yolculuğunuzun hayirlara vesile olmasi duasıyla ...

meryem
Автор

Güzel insan keşke çakmak isteyip bir lokma ekmek bir bardak suyu çok gören o adamın yanında gündüz vakti odanın içinde insanlık arasaydın. Içim acıdı çok üzüldüm.

zulfikarozkahraman
Автор

Bildirimlerime baktım, çiçek açmış 🏵

baverbaveri
Автор

Yolun açık olsun kardeşim, türkü seçimlerin 10 numara.

sahin.bjk.serkan
Автор

👌👌👌👏👏Çok güzel anlatım şeklin tarzın var artık bir kitap yazarsın herhalde büyük bir sabırsızlıkla bekliyoruz.

gunisigi
Автор

Yemin ederim Anadolu Kültürünü, Bağlama geleneği çok iyi tanıtıyorsun. Kültür Bakanlığı bu kadar tanıtamıyor.

temelcosar
Автор

Her gün biraz daha seni sevmekten mutluluk alıyoruz

Sinan_isviçre
Автор

Beni. Benden. Aldın. Rahmetli. Muhlis. Akarsu.nun. Deryalarina. Götürdün. Teşekürler. Varol

mehmetcelik
Автор

Dinler, insanı birbirinden uzaklaştırıyorsa, ya dinlerde ya da dinci kafalarda problem vardır...

erolturedi
Автор

Harika gerçekten hızır yoldaşın olsun kıblegah insan sözünün özü

theayseozkan
Автор

Muhlis akarsuya ait deyis dir.bir alevi nefesidir.agzina sağlık

alidundul
Автор

Bu videon da
Türkü başlığı altında
Anlatımı anlaşılır gerçekleri tasvir eden olayları sunarak zehirlendiğimi gördüm.
Yaşadıkların ve bu yaşadıklarının üstesinden gelemeyip kaçışını özgürlüğün olarak benimsemeni kimisi takdir edebilir. Kendinin ne olduğunu bilmiyorsan bunu düşünmediğin sürece aklının esiri değilsin. Düşünmeye başladığı sürece esir ve stresli bir hayat seni bekler. Hayvan gibi yer içer ve yatarsak onlardan bizi ayıran şeylerin olduğunu bilmen gerek biliyorsun da. Hayvanlar da gezer unutma evet amaçları vardır yeni arkadaşlıklar edinmek olmasa da karınlarını doyuracak yeni yerlere giderler. Çaldığın türküler alevi türküsü ben de bir Aleviyim daha doğrusu ailem Alevi. Sadece Müslümanım bir mezhepe ait değilim.
Şunu söylemek istiyorum yalnızlığımi Allah'a olan inancım bastirabiliyor harici cevremde birçok insanın ilacım olmadığını düşünmüyor gibi ön yargılarım yok lakin ne yapalım yapacak birşey yok gibi yıkık yılmış, mücadele etmeye mecali kalmamış insanlarla da yaşamak benim için zor.
Senin Allah'ın var ama Allah'ın seni yok.
Yalnızlık Allah'a mahsus bize şuur verdi diye muhatabı olmayı hak ettiğimizi düşünmek saçma olur. İnsan insanın aynasıdır . Sözünü birine yaptığı yanlıştan dolayı kizmadan önce ben hu hatayı yaptım mi diye düşününce bu süreçte hem dinginlesiyorum hem yaptıysam sakin yaklaşıyorum yapmamış olsam da dinginlestigim icin sakin davraniyorum.
Bugün çıktığın yolda doğru olduğunu düşündüğün düşünceleri sen de okuduğun kaynakların acaba bu düşünceler doğru mu değil mi tartışması içerisine girmeden paylaşması gibi paylaşırsan. Sen de doğruluğundan emin olmadığın düşüncelerle zehirlemeye devam etmiş olursun.
İnsan olduğun için seviyorum türkü şarkı film dizi izlemiyor. Oyun oynamıyorum. Yaşım 19 insanları dil din ırk hiçbir ayrım yapmaksızın hayatlarinda başarılı yardim sever ve anlayış sahibi birer insanlar olmaları için çaba sarf edeceğim. Ne dünya bize kalacak ne de dünya malı ruhunun üstüne giydirilmiş olan et parçası bile toprak olacak.

lifegood
join shbcf.ru