Ahmet Selim-Kahraman Tazeoğlu (AGOP)

preview_player
Показать описание

Рекомендации по теме
Комментарии
Автор

...Ve bir çöl daha ekleyiver susuzluğuna....

susuyorum..!

nihai piyesini sahnelerken mevsimler,
aşktan aşağı sarkan çocukluğuma mı
bu kahramansız gidiş

oysa ki,
tükenmez düşlerim vardı benim
neye yazıldıysam, silindim...

varlığımı unutuyorum
beni yokluğuna kanıtla!!!

şehrin camlarına çarpan serseri bir ıslığın,
adressizliğin de bocalıyorum bazen...
tutuşan şiirlerin üşüttüğü sokak,
içimde adımlıyor koca bir kenti...
sen hiç şemsiyesiz, yağmursuz kaldın mı
hatırlamalısın bu adresi...
burası;
yitirilmiş yarınlar caddesi...

kimseler oturur burada
kuşlara simit atar balıkçılar
ve pencere önü tükenişlerinde yıllanır
uzakta ki yalnızlıklar...
beklenmiyorsun
anladım ki bende ki aşkın alevi,
senin yüreğine kar...

zincirleme bir kaza gibi
ard arda gelen yıkımlara direnmekti
kanayan avuçlarım...
biliyor musun
dün,
şiirlerimi yırtarken yakaladım ellerimi
hep kırgın bir şeylere...
hep kaçar gibi herşeyden...
bir memurun alnında ki çizgi gibi utangaç
ve çekingen...

Şimdi sadece git n'olur...
çünkü o şarkıda ki kadın kadar umarsız,
*korkma bu akşam gelip çalmam kapını*
diyebileceğim yalnızca sana...
ama gitsen de
sevebilmeyi hatırla...

demiştim ya; 'hiçbirzaman affedemeyeceğimden korkuyorum seni...'

aslımı unuttuğum o aşk,
birgün hatırlar mı gözlerimi bilmem...
mevsimlerin avlusuna terkedilirken bir yürek
ve şiirler yazılırken unutulmalı diyen sana inat!
şimdi kalmalı mı?

önemsiz...

bir şairin iç cebine saklandım...
seviştiğim çizgileri silinirken,
o sustu....
ben yazdım!!!

Kaybolan uçurtma sorularım var!!
ne zaman almaya gelsem, servisi geciktirilmiş bir yemek gibi
soğuk ve tatsız oluyorlar

Bazen elinde bir şeyler taşır gibi yürür,
bir boşluğa salınmış gibi duraksardın
yanımdaymış gibi kalkar,
uzağıma oturturdun kendini...
uzun süren sohbetlerde
alıp başını gidebilen kelimelerin vardı senin
kendimi konuşuyor sanırken
aslında seni dinlediğimi konuşman bittikten sonra anlayabilirdim
bazen öyle derin iç çekerdin ki,
tuttuğun nefeste boğulacağımı sanırdım
ya da konuşma aralarında verdiğin nefesleri tutup,
kendi nefesimi verirdim onların yerine
ola ki soluğun tükenir!

mesela bir çukura takıldığımda elimden tutacağına
tutup şiirlerle avuturdun beni...

'içimde ki boşluğa düş! ben tutarım seni...'

ya da birlikte paylaşılmış bir manzarada
işaret parmağımı denize dikip;
'bak! işte senin gözlerin böyle' derken
bana eski dillerde suyun ne demek olduğunu
durup dakikalarca anlatman gibi...

Ve hiç unutmuyorum rüzgara karşı nasıl kibrit yakıldığını...
hiç

Seni bilmem ama!
benim kötülerini güzelleriyle değiştirdiğim anılarım var sana dair
hepsini bir bir askılayıp itinayla dolabıma kaldırıyorum
hepsi naftalin kokuyorlar...

Öyle bir yalnızlıktayım ki,
satsan, ederi yok!
gitsen, gideri yok!

beni sorma
düşlerini gezdirmekten bıkmış bir halim var şimdilerde
saat başı uyanan bir çocuk düşlerime bağdaş kurmuş,
durmadan ağlıyor
üstelik nasıl uyutacağımı da bilmiyorum...
sana sorsam; 'git kendin bak' cevabının ürkütücülüğü belki de
beni sorulacak bütün sorulardan yıldıran

ne zaman yüzün yana çevrilse,
kendimi içilmemiş bir bardak çay gibi hissediyorum
soğuk ve demli...

bir şairin dediği gibi;
''başka anlamlar arama
gerek yok!
katlandığım kadar seviyorum seni gerçek bu..''
evet bu!
İnsanlar katlandığı ve kaldırabildiği kadar sevebiliyor
işte bu yüzden;
kendi yüreğinden büyük sevdaları taşımış çocuklardan,
kaybolan uçurtmaların hesabı sorulamaz!

mustafaulaskiziltas