filmov
tv
'' ALLAH' IN HERŞEYİ YAPACAĞINA GÜVENİN '' - İKİNDİ YAĞMURLARI
Показать описание
Eltâf-ı İlahiye meltemleri öyle farklı eser ki!.. Bir de bakarsınız, kupkuru çöller, yarık yarık olmuş zemin, kuvve-i inbâtiyesini kaybetmiş toprak, karbondioksitsiz ağaçlar, birden bire bahar neşvesiyle, baharın Sabâ edasındaki makamıyla canlanır; bir haşr ü neşr olur. Haşir Risalesi’nde ve Âyetü’l-Kübrâ’da da bu bahardaki dirilişin öbür taraftaki ba’s-ü ba’de’l-mevte bir örnek teşkil ettiği üzerinde ısrarla duruluyor.
Allah’ın gücü, her şeye yeter; O, hiç umulmadık anda baharlar halk eder. Etrafı kar-kış bastırmış, her taraf buz bağlamış; kayan kayana, tekleyen tekleyene, düşen düşene… Fakat bir de bakarsınız ki, bir nevbahar, tatlı bir meltem esintisiyle her tarafı sarmış; o sizin “kar, buz” dediğiniz şeyler -aysbergler ölçüsünde bile olsa- bir bir eriyor, çağlayanlara dönüşüyor, sonra denizlere doğru akmaya başlıyor.
Şimdiye kadar çend defa olmuş bu türlü şeyler. Bir kere olmuş ise, her zaman da olabilir. Olanlar, olacak şeylerin en inandırıcı referansıdır. Bir kuraklık dönemde Allah (celle celâluhu) size, hususiyle sizin önünüzdeki Pişdârınıza, -Makamı Cennet olsun.- Çağın Sözcüsü’ne kupkuru çöllerde bir bahar havasını estirtmedi mi?!. Sonra sizler, sizin arkadaşlarınız, daha büyükleriniz, dünyanın dört bir yanına açılarak her tarafa tohumlar saçmadınız mı? O tohumlar, çoğu yerde başağa yürümedi mi? Dikilen fideler, selviye dönüşmedi mi? Bundan sonra niye aynı şeyler olmasın ki?!.
Onun için ye’se kapılmak, O’na karşı saygısızlığın ifadesi olur. Ümitsizlik, Allah’ın güç ve kuvveti mevzuunda tereddüt yaşamanın -esasen- hırıltılarıdır. وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şey” kelimesi, “küll”e izafetle, tamlayan-tamlanan terkibi içinde “her fert” demektir; hiçbir fert yoktur ki, Allah’ın ona gücü yetmiş olmasın! Her ferde… Böyle buyuruyor Kur’an-ı Kerim’de, hem de kaç yerde, “tasrif” esasıyla/esprisiyle. “Buna doğru inanın!” diyor, “Buna bel bağlayın, itimâd edin! Kendinize güvenmeden daha ziyade, Allah’ın her şeyi yapacağına güvenin, itimâd edin!..”
“Hakk’ın olıcak işler / Boştur gam u teşvişler / Ol, istediğini işler / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler..” “Hak, tecelli eyleyince, her işi âsân eder / Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsan eder.” Bildiğiniz şeyler bunlar… “Hak tecellî eyleyince, her işi âsân (kolay) eder. / Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsan eder.” Bunlar, sizin bildiğiniz şeyler; ben, tekrar ediyor. Tekrarım tasdî’e (baş ağrıtmaya) vesile oluyorsa, sizden özür dilerim, Allah’tan da af dileğinde bulunurum.
“Dört bir yan kararsa da biz, ışık peşindeyiz / Ellerimizde meşale, Çin’de-Maçin’deyiz.” İ’lâ-i kelimetullah olsun!.. Allah, dünyanın dört bir yanında bilinsin, sevilsin, sayılsın!.. Hazreti Rasûl-i Zîşân’ın nâm-ı celili, bayrak dalgalanması gibi hemen her zirvede, her kulenin başında, her minarede, her ağaçta dalgalansın..
“Sevdirin Allah’ı kullarına ki, sevsin Allah da sizi!” Allah tarafından sevilmek istemez misiniz? “Mukabele” bu. Sizin sevginiz bazen aşk u heyecan halinde, bazen sizi ızdıraba sevk edecek şekilde, Leylâ’nın Mecnun’u sevk ettiği, Şirin’in Ferhat’ı sevk ettiği, Azra’nın Vâmık’ı sevk ettiği gibi olabilir; bazen bir zaaf haline dönebilir. Fakat Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Sahîhadaki bu türlü ifadelerin hep “mukabele” sözcüğü ile ele alınması lazım. Sizin sevginize, O, sevgiyle mukabelede bulunur.
O (celle celâluhu), nasıl bir iltifatta bulunur? Siz, bir verirsiniz, bazen on alırsınız, yirmi alırsınız. O sevginin karşılığı… Mesela “Ben, sizden hoşnudum!” demesi, öyle bir karşılıktır ki, iliklerinize kadar bunu bir zevk halinde duyarsınız, bayılırsınız: “Yahu bundan daha zevkli bir şey yokmuş!” dersiniz. Öyle bir meltem esintisiyle eser, ruhlarınızı öyle sarar ki, bayılır, kendinizden geçersiniz. Size “Bir dünya vardı arkada, bırakıp geldiniz; bağı vardı, bahçesi vardı -bu Pennsylvania gibi- evleri vardı, tertemiz havası vardı!” filan dense, “Yahu var mıydı böyle bir şey!” filan dersiniz. Unutursunuz geçmişte olan bütün güzellikleri; hepsi silinir gider gözünüzün önünden. Bir de O’nun kâinattaki bütün güzelliklere tecellî olarak serptiği, saçtığı, serpiştirdiği o güzelliklerin de ötesinde Cemâlini, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanıyla, Dolunay’ı ufukta gördüğünüz/müşahede ettiğiniz gibi gördüğünüz zaman bayılıp kendinizden geçeceksiniz: “Meğer dünya buymuş; biz, boş dünyalar arkasından koşturup durmuşuz! “Me-ğer dün-ya buy-muş; biz, boş dün-ya-lar ar-ka-sın-dan koş-tu-rup dur-mu-şuz!”
Siz, boş dünyalar arkasından koşturup durmadınız. İşiniz, ticaretiniz var ise şayet, meşrû dairede kazancınıza kimse bir şey diyemez. Hazreti Osman efendimiz de meşrû dairede kazanmış, çok zengin olmuştu. Ama öyle ki, her zaman onlar, ayaklarının altında idi. “Bunların hepsini ver!” dendiği zaman da “Allah Allah! Şimdiye kadar niye istemediniz bunları!” falan…
17/03/2019 tarihli Bamteli sohbetinden derlenmiştir.
Allah’ın gücü, her şeye yeter; O, hiç umulmadık anda baharlar halk eder. Etrafı kar-kış bastırmış, her taraf buz bağlamış; kayan kayana, tekleyen tekleyene, düşen düşene… Fakat bir de bakarsınız ki, bir nevbahar, tatlı bir meltem esintisiyle her tarafı sarmış; o sizin “kar, buz” dediğiniz şeyler -aysbergler ölçüsünde bile olsa- bir bir eriyor, çağlayanlara dönüşüyor, sonra denizlere doğru akmaya başlıyor.
Şimdiye kadar çend defa olmuş bu türlü şeyler. Bir kere olmuş ise, her zaman da olabilir. Olanlar, olacak şeylerin en inandırıcı referansıdır. Bir kuraklık dönemde Allah (celle celâluhu) size, hususiyle sizin önünüzdeki Pişdârınıza, -Makamı Cennet olsun.- Çağın Sözcüsü’ne kupkuru çöllerde bir bahar havasını estirtmedi mi?!. Sonra sizler, sizin arkadaşlarınız, daha büyükleriniz, dünyanın dört bir yanına açılarak her tarafa tohumlar saçmadınız mı? O tohumlar, çoğu yerde başağa yürümedi mi? Dikilen fideler, selviye dönüşmedi mi? Bundan sonra niye aynı şeyler olmasın ki?!.
Onun için ye’se kapılmak, O’na karşı saygısızlığın ifadesi olur. Ümitsizlik, Allah’ın güç ve kuvveti mevzuunda tereddüt yaşamanın -esasen- hırıltılarıdır. وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şey” kelimesi, “küll”e izafetle, tamlayan-tamlanan terkibi içinde “her fert” demektir; hiçbir fert yoktur ki, Allah’ın ona gücü yetmiş olmasın! Her ferde… Böyle buyuruyor Kur’an-ı Kerim’de, hem de kaç yerde, “tasrif” esasıyla/esprisiyle. “Buna doğru inanın!” diyor, “Buna bel bağlayın, itimâd edin! Kendinize güvenmeden daha ziyade, Allah’ın her şeyi yapacağına güvenin, itimâd edin!..”
“Hakk’ın olıcak işler / Boştur gam u teşvişler / Ol, istediğini işler / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler..” “Hak, tecelli eyleyince, her işi âsân eder / Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsan eder.” Bildiğiniz şeyler bunlar… “Hak tecellî eyleyince, her işi âsân (kolay) eder. / Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsan eder.” Bunlar, sizin bildiğiniz şeyler; ben, tekrar ediyor. Tekrarım tasdî’e (baş ağrıtmaya) vesile oluyorsa, sizden özür dilerim, Allah’tan da af dileğinde bulunurum.
“Dört bir yan kararsa da biz, ışık peşindeyiz / Ellerimizde meşale, Çin’de-Maçin’deyiz.” İ’lâ-i kelimetullah olsun!.. Allah, dünyanın dört bir yanında bilinsin, sevilsin, sayılsın!.. Hazreti Rasûl-i Zîşân’ın nâm-ı celili, bayrak dalgalanması gibi hemen her zirvede, her kulenin başında, her minarede, her ağaçta dalgalansın..
“Sevdirin Allah’ı kullarına ki, sevsin Allah da sizi!” Allah tarafından sevilmek istemez misiniz? “Mukabele” bu. Sizin sevginiz bazen aşk u heyecan halinde, bazen sizi ızdıraba sevk edecek şekilde, Leylâ’nın Mecnun’u sevk ettiği, Şirin’in Ferhat’ı sevk ettiği, Azra’nın Vâmık’ı sevk ettiği gibi olabilir; bazen bir zaaf haline dönebilir. Fakat Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Sahîhadaki bu türlü ifadelerin hep “mukabele” sözcüğü ile ele alınması lazım. Sizin sevginize, O, sevgiyle mukabelede bulunur.
O (celle celâluhu), nasıl bir iltifatta bulunur? Siz, bir verirsiniz, bazen on alırsınız, yirmi alırsınız. O sevginin karşılığı… Mesela “Ben, sizden hoşnudum!” demesi, öyle bir karşılıktır ki, iliklerinize kadar bunu bir zevk halinde duyarsınız, bayılırsınız: “Yahu bundan daha zevkli bir şey yokmuş!” dersiniz. Öyle bir meltem esintisiyle eser, ruhlarınızı öyle sarar ki, bayılır, kendinizden geçersiniz. Size “Bir dünya vardı arkada, bırakıp geldiniz; bağı vardı, bahçesi vardı -bu Pennsylvania gibi- evleri vardı, tertemiz havası vardı!” filan dense, “Yahu var mıydı böyle bir şey!” filan dersiniz. Unutursunuz geçmişte olan bütün güzellikleri; hepsi silinir gider gözünüzün önünden. Bir de O’nun kâinattaki bütün güzelliklere tecellî olarak serptiği, saçtığı, serpiştirdiği o güzelliklerin de ötesinde Cemâlini, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanıyla, Dolunay’ı ufukta gördüğünüz/müşahede ettiğiniz gibi gördüğünüz zaman bayılıp kendinizden geçeceksiniz: “Meğer dünya buymuş; biz, boş dünyalar arkasından koşturup durmuşuz! “Me-ğer dün-ya buy-muş; biz, boş dün-ya-lar ar-ka-sın-dan koş-tu-rup dur-mu-şuz!”
Siz, boş dünyalar arkasından koşturup durmadınız. İşiniz, ticaretiniz var ise şayet, meşrû dairede kazancınıza kimse bir şey diyemez. Hazreti Osman efendimiz de meşrû dairede kazanmış, çok zengin olmuştu. Ama öyle ki, her zaman onlar, ayaklarının altında idi. “Bunların hepsini ver!” dendiği zaman da “Allah Allah! Şimdiye kadar niye istemediniz bunları!” falan…
17/03/2019 tarihli Bamteli sohbetinden derlenmiştir.
Комментарии