filmov
tv
SAKIN ALLAH'I DÜŞÜNMEYİN! / Kerem Önder
Показать описание
Allah'ı düşünmek caiz değil!
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız.
Bizi ateş azabından koru” derler.” li İmran 191
“Ey insanlar! Size bir misal verilmekte; dinleyin onu: Allah’tan başka kendilerine yalvarıp yakardıklarınız var ya, hepsi bunun için bir araya gelseler bile bir sinek yaratamazlar! Hatta sinek onlardan bir şey kapsa, onu dahi ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!” Hac 73
"Bil ki Allahü teâlâ, insanları kendisini zikretmeye teşvik etmiştir. İş tefekküre dayanınca, Allah, zâtını tefekküre değil göklerin ve yerin hallerini tefekküre teşvik etmiştir. Bu âyet doğrultusunda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Yaratılmışlar üzerinde tefekkür edin, fakat Yaratan üzerinde tefekkür etmeyin" Keşfu'l-Hafâ, 1/311. buyurmuştur. Bunun sebebi şudur: Yaratılmışlar ile yaratana istidlalin mümâselet vasfı üzere olması mümkin değildir, ancak muhalefet vasfı üzere olması mümkindir. (Yani mahlukların özellikleri tesbit edilip Allah'ın bu sıfatlardan münezzeh olduğu sonucu çıkarılır.) Bundan dolayı biz bu mahsûsat (madde) aleminin hadis (sonradan) oluşu ile, Yaratıcının kıdemine (ebedi ve ezeli oluşuna); madde âleminin kemiyet, keyfiyet ve şekilleri ile de yaratıcının kemiyet, keyfiyet ve şekilden beri olduğuna istidlal ederiz. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Kendini tanıyan, Rabb'ini de tanır" Keşfu'l-Hafâ, 2/262. hadisi, "Kendisinin sonradan olduğunu bilen, Rabb'inin kadîm olduğunu; kendisinin "mümkin" bir varlık olduğunu anlayan, Rabb'inin vâcibu'l-vücud olduğunu ve kendisinin muhtaç olduğunu idrâk eden, Rabb'inin herşeyden müstağni olduğunu anlar" manasındadır.
Tevhidin delilleri iki kısma hasredilmiştir: a) fâkî deliller, (insanın dışındaki deliller).
b) Enfüsî (insanın kendindeki) deliller.
fâkî delillerin, daha yüce ve daha büyük olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Allahü teâlâ, "Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından elbette daha büyüktür' (Mümin. 57) buyurmuştur. Durum böyle olunca, Cenâb-ı Hak bu âyette göklerin ve yerin yaratılması hususunda tefekkürü emretmiştir. Çünkü onlardaki deliller daha dikkate değer ve daha büyüktür. Biz nasıl böyle demiyelim; zira insan, şayet bir ağacın en küçük yaprağına baktığında, o yaprakta ortasında uzanan bir damar görür. Daha sonra o ana damardan, her iki tarafa doğru pek çok damarcıkların ayrıldığını ve onlardan da daha ince nice damarcıkların ayrıldığını görür. Öyle ki bunlardan gözün göremiyeceği incelikte diğer nice damarlar ayrılmaktadır. Bu durumda insan, Yaratıcı'nın bu yaprağı, böyle yaratmış olmasında yüce hikmetleri ve şaşırtıcı sırları bulunduğunu ve O'nun bu yaprakta, yerin derinliklerinden gıdasını çekebileceği bir kuvvet yarattığını, sonra bu gıdanın parçalarının, o yaprağın her damarında, zîz ve Alîm Allah'ın takdiri ile eşit dağıldığını görür, anlar. İnsan, şayet o yaprağın nasıl yaratıldığını ve onun icâdındaki ve ondaki gıda alma ve büyüme kuvvetlerinin ona verilişindeki tedbirin nasıl olduğunu anlamak istese, bundan âciz kalır.
Binâenaleyh insan, aklının o küçük yaprağın nasıl yaratıldığını anlamaktan âciz olduğunu görünce, o yaprağı, içinde güneşin, ayın ve yıldızların yer aldığı göklere; keza içinde denizlerin, dağların, madenlerin, bitkilerin ve canlıların yer aldığı yeryüzüne kıyas ettiğinde, göklere ve yere nisbetle bu yaprağın yok mesabesinde olduğunu anlar. Böylece de aklının bu küçücük şeyi bile anlamaktan âciz kaldığını gördüğünde, göklerin ve yerin yaratılışındaki hayranlık uyandıran ilahî hikmetlere tam manasıyla vakıf olmanın kendisi için mümkün olmadığını anlar. O, bu parlak aklî delil ile, aklının ve anlayışının bunu ihata edemeyeceğini anlayınca, Yaratıcı'nın, vasfedenlerin O'na verdikleri vasıflarının ve bilginlerin bilgilerinin O'nu kuşatmasından çok çok yüce ve büyük olduğunu itiraf eder. Hatta Allah'ın yarattığı her şeyde, O'nu bilmeye bir yol olmasa da, Allah'ın yüce hikmetlerinin ve büyük sırlarının olduğunu kabul eder. İşte bu noktada o insan, "Sübhâneke" "Ya Rabbî sen münezzeh ve yücesin" der. Bundan murad, insanın tesbih (sübhânallah), tehlil (lâilahe illallah), tahmid (elhamdülillah) ve ta'zim ile uğraşmasıdır.
Daha sonra kul bu noktada dua ile de iştigal ederek, "Bizi ateşin azabından koru" der.
Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:
"Adamın birisi yatağında sırtüstü yatarken, başını gökyüzüne çevirip, yıldızlara ve göğe bakarak "şehadet ederim ki senin bir Rabbin ve bir yaratıcın var. Allahım, beni bağışla" derse, Allahü teâlâ ona (rahmetle) nazar eder ve onu bağışlar" dediği rivayet edilmiştir. O, "Tefekkür gibi ibâdet yoktur" demiştir. "Tefekkür, gafleti giderir ve suyun ekin yetiştirmesi gibi, kalbe Allah korkusunu çeker" denilmiştir.
SAKIN ALLAH'I DÜŞÜNMEYİN! / Kerem Önder
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız.
Bizi ateş azabından koru” derler.” li İmran 191
“Ey insanlar! Size bir misal verilmekte; dinleyin onu: Allah’tan başka kendilerine yalvarıp yakardıklarınız var ya, hepsi bunun için bir araya gelseler bile bir sinek yaratamazlar! Hatta sinek onlardan bir şey kapsa, onu dahi ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!” Hac 73
"Bil ki Allahü teâlâ, insanları kendisini zikretmeye teşvik etmiştir. İş tefekküre dayanınca, Allah, zâtını tefekküre değil göklerin ve yerin hallerini tefekküre teşvik etmiştir. Bu âyet doğrultusunda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Yaratılmışlar üzerinde tefekkür edin, fakat Yaratan üzerinde tefekkür etmeyin" Keşfu'l-Hafâ, 1/311. buyurmuştur. Bunun sebebi şudur: Yaratılmışlar ile yaratana istidlalin mümâselet vasfı üzere olması mümkin değildir, ancak muhalefet vasfı üzere olması mümkindir. (Yani mahlukların özellikleri tesbit edilip Allah'ın bu sıfatlardan münezzeh olduğu sonucu çıkarılır.) Bundan dolayı biz bu mahsûsat (madde) aleminin hadis (sonradan) oluşu ile, Yaratıcının kıdemine (ebedi ve ezeli oluşuna); madde âleminin kemiyet, keyfiyet ve şekilleri ile de yaratıcının kemiyet, keyfiyet ve şekilden beri olduğuna istidlal ederiz. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Kendini tanıyan, Rabb'ini de tanır" Keşfu'l-Hafâ, 2/262. hadisi, "Kendisinin sonradan olduğunu bilen, Rabb'inin kadîm olduğunu; kendisinin "mümkin" bir varlık olduğunu anlayan, Rabb'inin vâcibu'l-vücud olduğunu ve kendisinin muhtaç olduğunu idrâk eden, Rabb'inin herşeyden müstağni olduğunu anlar" manasındadır.
Tevhidin delilleri iki kısma hasredilmiştir: a) fâkî deliller, (insanın dışındaki deliller).
b) Enfüsî (insanın kendindeki) deliller.
fâkî delillerin, daha yüce ve daha büyük olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Allahü teâlâ, "Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından elbette daha büyüktür' (Mümin. 57) buyurmuştur. Durum böyle olunca, Cenâb-ı Hak bu âyette göklerin ve yerin yaratılması hususunda tefekkürü emretmiştir. Çünkü onlardaki deliller daha dikkate değer ve daha büyüktür. Biz nasıl böyle demiyelim; zira insan, şayet bir ağacın en küçük yaprağına baktığında, o yaprakta ortasında uzanan bir damar görür. Daha sonra o ana damardan, her iki tarafa doğru pek çok damarcıkların ayrıldığını ve onlardan da daha ince nice damarcıkların ayrıldığını görür. Öyle ki bunlardan gözün göremiyeceği incelikte diğer nice damarlar ayrılmaktadır. Bu durumda insan, Yaratıcı'nın bu yaprağı, böyle yaratmış olmasında yüce hikmetleri ve şaşırtıcı sırları bulunduğunu ve O'nun bu yaprakta, yerin derinliklerinden gıdasını çekebileceği bir kuvvet yarattığını, sonra bu gıdanın parçalarının, o yaprağın her damarında, zîz ve Alîm Allah'ın takdiri ile eşit dağıldığını görür, anlar. İnsan, şayet o yaprağın nasıl yaratıldığını ve onun icâdındaki ve ondaki gıda alma ve büyüme kuvvetlerinin ona verilişindeki tedbirin nasıl olduğunu anlamak istese, bundan âciz kalır.
Binâenaleyh insan, aklının o küçük yaprağın nasıl yaratıldığını anlamaktan âciz olduğunu görünce, o yaprağı, içinde güneşin, ayın ve yıldızların yer aldığı göklere; keza içinde denizlerin, dağların, madenlerin, bitkilerin ve canlıların yer aldığı yeryüzüne kıyas ettiğinde, göklere ve yere nisbetle bu yaprağın yok mesabesinde olduğunu anlar. Böylece de aklının bu küçücük şeyi bile anlamaktan âciz kaldığını gördüğünde, göklerin ve yerin yaratılışındaki hayranlık uyandıran ilahî hikmetlere tam manasıyla vakıf olmanın kendisi için mümkün olmadığını anlar. O, bu parlak aklî delil ile, aklının ve anlayışının bunu ihata edemeyeceğini anlayınca, Yaratıcı'nın, vasfedenlerin O'na verdikleri vasıflarının ve bilginlerin bilgilerinin O'nu kuşatmasından çok çok yüce ve büyük olduğunu itiraf eder. Hatta Allah'ın yarattığı her şeyde, O'nu bilmeye bir yol olmasa da, Allah'ın yüce hikmetlerinin ve büyük sırlarının olduğunu kabul eder. İşte bu noktada o insan, "Sübhâneke" "Ya Rabbî sen münezzeh ve yücesin" der. Bundan murad, insanın tesbih (sübhânallah), tehlil (lâilahe illallah), tahmid (elhamdülillah) ve ta'zim ile uğraşmasıdır.
Daha sonra kul bu noktada dua ile de iştigal ederek, "Bizi ateşin azabından koru" der.
Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:
"Adamın birisi yatağında sırtüstü yatarken, başını gökyüzüne çevirip, yıldızlara ve göğe bakarak "şehadet ederim ki senin bir Rabbin ve bir yaratıcın var. Allahım, beni bağışla" derse, Allahü teâlâ ona (rahmetle) nazar eder ve onu bağışlar" dediği rivayet edilmiştir. O, "Tefekkür gibi ibâdet yoktur" demiştir. "Tefekkür, gafleti giderir ve suyun ekin yetiştirmesi gibi, kalbe Allah korkusunu çeker" denilmiştir.
SAKIN ALLAH'I DÜŞÜNMEYİN! / Kerem Önder
Комментарии