filmov
tv
19 sure-i insirah ile arınma başlıyor..Sesi aç dinle büyük ferahlık frekansı seni bekliyor..
Показать описание
SADR" KELİMESİNİN HİKMETİ
Burada kalp yerine “Sadr” denilmesinin bir hikmeti vardır: Şeytan, kalbe vesvese vermek için göğüsten girmeye çalışır. Göğüs kalbin zırhıdır. Şeytan buradan kalbe bir gedik açarsa oradan vesveselerini vermeğe başlar. Kalpte hüzün, keder ve yanlış düşüncelerin doğmasına sebep olur.
“Senden o yükünü indirmedik mi?” âyetinde ifâde edilen, yükünün hafifletilmesi, beşer tâkatiyle taşınması mümkün olmayan, vahyin ağırlığını kaldırabilecek ve alabilecek bir kıvâma getirilmesidir. Ebû Hayyân: “Göğsü açmak demek: kendisine vahy edileni alabilmesi için onu hikmetle aydınlatmak ve rahatlatmak.” derken bunu ifâde eder.
Çocukluğundan Mi’râc mu’cizesine kadar dört defa Peygamberimiz üzerinde gerçekleştirildiği rivâyet edilen “Şerh-i sadr”’ın, “Şakk-ı sadr” da denen cismanî tarafı ihtilaflı olmakla birlikte, ma’nevî yanı ittifakla kabûl edilmiştir. Bütün peygamberlerin vahyi alabilecek konuma gelmeleri için geçtikleri bir tasfiye süreci ve süzgeci vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Istıfâ, ıstafeytüke, ıstafâki ve yestafî” şeklinde bütün peygamberler ve Hz. Meryem vâlidemiz için kullanılan ve Efendimizin ismi ve sıfatı olarak böyle bir tasfiye ameliyesinden geçtiğini ifâde eden Mustafâ, Duhâ ve İnşirah sûrelerinde vurgulanan kalbî ve ma’nevî bir arınma ve arındırmayı ifâde etmektedir. İnsânî zaaflardan arınma ve arındırma anlamındaki tasavvufun aynı kökten gelmesi, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesini gâye edinmesi, bu ilmin hem kaynağını hem de metodolojisini göstermesi bakımından önemlidir.
veda‘nâ; fiili koymak, kaldırmak, vizr kelimesi ise; yük, sıkıntı ve günah demektir. Burada “Beli büken yük” ifâdesi, günah yükünü değil, çekilen sıkıntıların ağırlığı ve kutsal kaygı anlamındadır. Bu âyetteki “vizr” kelimesi, mânevî sorumluluğu ifâde eder. Arz ve semânın kabullenmekten kaçındığı kutsal emânetin ağırlığı, “dağları darmadağın edecek” kadar ağır vahiy tecellîsinin ve Kur’ân’ın indirilmesinin etkisi şeklinde değerlendirilebilir.
PEYGAMBERİMİZ'İ (S.A.V.) HÛD SURESİ İHTİYARLATTI
Resulullah’ın Hira’ya çıkışı nasıl Mekke’den bir kaçış değil, aksine Mekke’nin fethine bir yürüyüş ise, risâletle buluşması da bir taraftan sıkıntılarından kurtulması, diğer yandan yeni sorumluluklarla buluşması demektir.
“O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet) veren yükünü? (Hafifletmedik mi?” âyetindeki enkada fiili; bükmek ve kırmak, zahr kelimesi ise; sırt ve arka demektir.
Buna göre “inkâd-ı zahr”: yükün ağır basarak kemikleri çatırdatmasıdır. Nakid; deve üzerine konan yükün ağırlığından sepetlerin, palanların ve kaburgaların çıkardığı sestir. “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı.” derken “Neden Yâ Rasûlallah?” diye sorulduğunda: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emr-i celîlinin gerektirdiği hassâsiyet belimi büktü.” ifâdesi bu ağırlığın anlaşılması açısından önemlidir.
Biz, bu yükün peygamber olmanın getirdiği ağır sorumluluk olduğu görüşündeyiz. “Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz yükleyeceğiz.” anlamındaki âyetten, peygamberimize tevdî edilecek ağır sözün vahiy olduğu kendiliğinden anlaşılır.
“Senin şânını yüceltmedik mi?” âyetindeki; rafe’nâ; yükseltmek, zikr ise; ün, şan, şeref, vahiy ve Kur’ân gibi anlamlara gelmektedir. Buradaki “zikrinin yüceltilmesi”’nden maksadın, Peygamberimizin adının kelime-i şehâdette ve tahiyyâtta Allah ile beraber anılmaya, ezanlarda, hutbelerde, vaazlarda, hitaplarda ve kitaplarda “Hamdele” ve “Salvele” ile yer almaya başlamasıdır.
Rasûlüllah’ın “nâm-ı celîlini, yâd-ı cemîl” yaparak yükselten bu âyetle; Hz. Peygamber’in sıradanlaştırılmasına sed çekilmiştir. Dînin kutsama ve ta’zîm üzerine kurulduğu dikkate alınırsa, Hz. Peygamberi ve diğer peygamberleri küçülten ve küçümseyenlerin nasıl yanıldığı daha iyi anlaşılır. Peygamberleri küçümseyen ve küçültenler onların değerini düşüremezler. Ne var ki onlar ve onlara uyanlar kendileri kaybederler. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamber’in sıradan kabûl edilmesiyle, onlar üzerinde âyet ve hadisler, emir ve yasaklar etkisiz hâle gelir. Allah’ın kadrini yükselttiği bir Peygamberi siz nasıl sıradan bir insan gibi değerlendirebilirsiniz?EFENDİMİZ'İN (S.A.V.) SIFATLARI
O, sıradan bir kul iken kendisini; Cenâb-ı Haakk’ın “Allah’ın Rasûlü”, “Hatemu’n-Nebiyyîn”, “Üsve-i hasene” ve “Rahmeten li’l-âlemîn” gibi sıfatlarla yücelttiği bir peygamberi, kullar ve sözüm ona hocalar nasıl küçültebilir? “Muhakkak ki Allah ve melekleri, peygambere salât ile ikramda bulunurlar. Ey îman edenler, haydi O’na teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” anlamındaki âyet O’na ta’zîm ve saygıyı emrederken, siz böyle bir saygısızlığı nasıl içinize sindirebilirsiniz?
“Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.” anlamındaki ayetlerde ise; geçmiş sıkıntılar, yerini nasıl kolaylıklara bırakmış ise, gelecek sıkıntılar için de yeni kolaylıklar sağlanacağı vurgulanmaktadır.
“O
“
Burada kalp yerine “Sadr” denilmesinin bir hikmeti vardır: Şeytan, kalbe vesvese vermek için göğüsten girmeye çalışır. Göğüs kalbin zırhıdır. Şeytan buradan kalbe bir gedik açarsa oradan vesveselerini vermeğe başlar. Kalpte hüzün, keder ve yanlış düşüncelerin doğmasına sebep olur.
“Senden o yükünü indirmedik mi?” âyetinde ifâde edilen, yükünün hafifletilmesi, beşer tâkatiyle taşınması mümkün olmayan, vahyin ağırlığını kaldırabilecek ve alabilecek bir kıvâma getirilmesidir. Ebû Hayyân: “Göğsü açmak demek: kendisine vahy edileni alabilmesi için onu hikmetle aydınlatmak ve rahatlatmak.” derken bunu ifâde eder.
Çocukluğundan Mi’râc mu’cizesine kadar dört defa Peygamberimiz üzerinde gerçekleştirildiği rivâyet edilen “Şerh-i sadr”’ın, “Şakk-ı sadr” da denen cismanî tarafı ihtilaflı olmakla birlikte, ma’nevî yanı ittifakla kabûl edilmiştir. Bütün peygamberlerin vahyi alabilecek konuma gelmeleri için geçtikleri bir tasfiye süreci ve süzgeci vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Istıfâ, ıstafeytüke, ıstafâki ve yestafî” şeklinde bütün peygamberler ve Hz. Meryem vâlidemiz için kullanılan ve Efendimizin ismi ve sıfatı olarak böyle bir tasfiye ameliyesinden geçtiğini ifâde eden Mustafâ, Duhâ ve İnşirah sûrelerinde vurgulanan kalbî ve ma’nevî bir arınma ve arındırmayı ifâde etmektedir. İnsânî zaaflardan arınma ve arındırma anlamındaki tasavvufun aynı kökten gelmesi, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesini gâye edinmesi, bu ilmin hem kaynağını hem de metodolojisini göstermesi bakımından önemlidir.
veda‘nâ; fiili koymak, kaldırmak, vizr kelimesi ise; yük, sıkıntı ve günah demektir. Burada “Beli büken yük” ifâdesi, günah yükünü değil, çekilen sıkıntıların ağırlığı ve kutsal kaygı anlamındadır. Bu âyetteki “vizr” kelimesi, mânevî sorumluluğu ifâde eder. Arz ve semânın kabullenmekten kaçındığı kutsal emânetin ağırlığı, “dağları darmadağın edecek” kadar ağır vahiy tecellîsinin ve Kur’ân’ın indirilmesinin etkisi şeklinde değerlendirilebilir.
PEYGAMBERİMİZ'İ (S.A.V.) HÛD SURESİ İHTİYARLATTI
Resulullah’ın Hira’ya çıkışı nasıl Mekke’den bir kaçış değil, aksine Mekke’nin fethine bir yürüyüş ise, risâletle buluşması da bir taraftan sıkıntılarından kurtulması, diğer yandan yeni sorumluluklarla buluşması demektir.
“O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet) veren yükünü? (Hafifletmedik mi?” âyetindeki enkada fiili; bükmek ve kırmak, zahr kelimesi ise; sırt ve arka demektir.
Buna göre “inkâd-ı zahr”: yükün ağır basarak kemikleri çatırdatmasıdır. Nakid; deve üzerine konan yükün ağırlığından sepetlerin, palanların ve kaburgaların çıkardığı sestir. “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı.” derken “Neden Yâ Rasûlallah?” diye sorulduğunda: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emr-i celîlinin gerektirdiği hassâsiyet belimi büktü.” ifâdesi bu ağırlığın anlaşılması açısından önemlidir.
Biz, bu yükün peygamber olmanın getirdiği ağır sorumluluk olduğu görüşündeyiz. “Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz yükleyeceğiz.” anlamındaki âyetten, peygamberimize tevdî edilecek ağır sözün vahiy olduğu kendiliğinden anlaşılır.
“Senin şânını yüceltmedik mi?” âyetindeki; rafe’nâ; yükseltmek, zikr ise; ün, şan, şeref, vahiy ve Kur’ân gibi anlamlara gelmektedir. Buradaki “zikrinin yüceltilmesi”’nden maksadın, Peygamberimizin adının kelime-i şehâdette ve tahiyyâtta Allah ile beraber anılmaya, ezanlarda, hutbelerde, vaazlarda, hitaplarda ve kitaplarda “Hamdele” ve “Salvele” ile yer almaya başlamasıdır.
Rasûlüllah’ın “nâm-ı celîlini, yâd-ı cemîl” yaparak yükselten bu âyetle; Hz. Peygamber’in sıradanlaştırılmasına sed çekilmiştir. Dînin kutsama ve ta’zîm üzerine kurulduğu dikkate alınırsa, Hz. Peygamberi ve diğer peygamberleri küçülten ve küçümseyenlerin nasıl yanıldığı daha iyi anlaşılır. Peygamberleri küçümseyen ve küçültenler onların değerini düşüremezler. Ne var ki onlar ve onlara uyanlar kendileri kaybederler. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamber’in sıradan kabûl edilmesiyle, onlar üzerinde âyet ve hadisler, emir ve yasaklar etkisiz hâle gelir. Allah’ın kadrini yükselttiği bir Peygamberi siz nasıl sıradan bir insan gibi değerlendirebilirsiniz?EFENDİMİZ'İN (S.A.V.) SIFATLARI
O, sıradan bir kul iken kendisini; Cenâb-ı Haakk’ın “Allah’ın Rasûlü”, “Hatemu’n-Nebiyyîn”, “Üsve-i hasene” ve “Rahmeten li’l-âlemîn” gibi sıfatlarla yücelttiği bir peygamberi, kullar ve sözüm ona hocalar nasıl küçültebilir? “Muhakkak ki Allah ve melekleri, peygambere salât ile ikramda bulunurlar. Ey îman edenler, haydi O’na teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” anlamındaki âyet O’na ta’zîm ve saygıyı emrederken, siz böyle bir saygısızlığı nasıl içinize sindirebilirsiniz?
“Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.” anlamındaki ayetlerde ise; geçmiş sıkıntılar, yerini nasıl kolaylıklara bırakmış ise, gelecek sıkıntılar için de yeni kolaylıklar sağlanacağı vurgulanmaktadır.
“O
“
Комментарии