filmov
tv
YOLDA DÖKÜLENLER / İKİNDİ YAĞMURLARI
![preview_player](https://i.ytimg.com/vi/jmzWl1gSUME/maxresdefault.jpg)
Показать описание
İnsanın iç dünyası karanlık olunca, duyguları ve düşünceleri de hep o kirin tesirinde kalır. Kalb, yenik düşer; ruh, âvâre kalır. Ve insan, kendini bir yerde bir şeyin içinde zanneder ama aldanmış olur.
İç aydınlığı çok önemlidir. İnsanın iç dünyası envâr-ı İlahî ile, Hazreti Nûru’l-Envâr (celle celâluhu) ile, Münevvirü’n-Nûr (celle celâluhu) ile nurlanmayınca, o iç karanlığı, insanın bütün ufkunu karartır. Yollar, meşalelerle dolu olsa, projektörlerle dolu olsa, o yine gider sağa toslar, sola toslar; “dünya” der, ona takılır; “cismaniyet” der, ona takılır; “bohemlik” der, ona takılır; “şehevât-ı nefsâniye” der, ona takılır; “mal” der, ona takılır; “mülk” der, ona takılır…
Enbiyâ-ı izâmın nurlu atmosferine girdikten sonra bile böyle bir karanlığın kurbanı olmuş zulmetzedeler sayılamayacak kadar çoktur. O irtidat hadiseleri akıntısına kapılan nice kimseler vardı ki, bunlar, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile diz dize gelmişlerdi; O’nun arkasında namaz kılmışlardı, oruç tutmuşlardı; münafık değillerdi. Fakat bir yerde başları döndü, bakışları bulandı, düz yolda patikaya saptılar ve takılıp yolda kaldılar. Bunlara “yolda dökülenler” deniyor. Seyyidinâ Hazreti Musa ile Zât-ı Ulûhiyet arasında cereyan eden bir muhavere içindeki insanlar gibi: “Yâ Musa! Onlar, Bana ulaşmış, Beni bilmiş insanlar değil; onlar, yolda olanlar ve yolda dökülenler!”
Çok tekerrür etti, siz de iyi biliyorsunuz; tekrarını da -bir yönüyle- zâid sayabilirsiniz. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) çok tekrar buyurduğu bir dua: “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinde, diyanette, dini hayatta sâbit kıl!” “Ekrabu’l-mukarrabîn” olan Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi adına belli bir ufkun ifadesi olarak, o mevzudaki o durumu itibariyle, bir talebini böyle seslendiriyor. Fakat O’nun bu mübarek duasını rehberliğinin gereği, imam olmasının gereği, size/bize tâlim düşüncesinin gereği olarak anlamak, bize öğretmek için söylemiş olduğunu düşünmek Kıtmîr’e daha uygun geliyor: “Ben de böyle diyorsam şayet, bakın başınızın çaresine!..” demek gibi.
Evet, kendimizle yüzleştiğimiz zaman, eksiğimizi, gediğimizi, kırığımızı, döküğümüzü görürüz. Ancak o zaman görürüz neremiz karanlık, neremiz aydınlık, nerede doğru yolda yürüyoruz, nerede yürüdüğümüzü zannettiğimiz halde zikzaklar çiziyoruz. Kendimizle yüzleşmeyince bunları bilemeyiz. Üzerinde durulup belki kaleme kâğıda dökülmesi gerekli olan engin bir mevzu ama o da yine aydınlık bir dimağ ister. Öyle aydınlık bir konunun kendi muktezâsı gereği aydınca ortaya dökülmesi için, duygunun ve düşüncenin de aydın olması iktiza eder.
“Bir gül gibi, gördüğün herkese gül!
Renk ve kokunla ruhlara süzül,
Hep bir sevgi sembolü gibi görül,
Tebessümle yaşa, tebessümle öl!”
Keyiflenme, neş’elenme, dırçık atma değil. (Dırçık atma tabiri, Doğu Anadolu’ya mahsus; baharda buzağıların dışarıya çıktıkları zaman yaptıkları tavırları ifade için kullanılır.) O manada değil; esas olan, insanları memnun etme, tebessümlerinle gönüllere akma.
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) içinde magmalar kaynayıp duruyordu.. insanları, ulaştığı ufka ulaştırma magmaları.. herkesi gördüğü cennete ulaştırma magmaları.. “Niye görmüyorlar?! Neden duymuyorlar?!. Neden dinlemiyorlar?!. Neden gittikleri o eğri-büğrü yoldan vazgeçmiyorlar?!. Neden bir kere de sırat-ı müstakîm demiyorlar?!.” diye. Kur’an’ın değişik yerlerinde O’nu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ta’dil ve takdir adına kullanılan çok farklı ifadeler vardır ama bu arada iki yerde “Neredeyse kendini öldüreceksin!” denilmektedir: Öyle görünüyor ki (ey Rasûlüm), o müşriklerin peşinde, bu Söz’e (Kur’ân’a) inanmazlarsa diye duyduğun üzüntüden dolayı kendini neredeyse helâk edeceksin.” (Kehf, 18/6); O insanlar iman etmiyorlar diye üzüntüden neredeyse kendini helâk edeceksin.” (Şuarâ, 26/3) Evet, “Sana/inene inanmıyorlar diye neredeyse kendini öldüreceksin!” deniyor. Öyle heyecanlıydı; içinde magmalar vardı, köpürüp duruyordu.
“Sâdık”ın hali, tıpkı o arzın derinliklerindeki magmalar gibi köpürüp durma ama onu dışarıya vurmama halidir. Âşık ise, değişik yerlerden boşluklar bulunca, dışarıya püskürmeler şeklinde kendini ifade eder. Onun için “sâdık” ondan daha derindir. Kaldı ki O (sallallâhu aleyhi ve sellem) “esdaku’s-sâdıkîn”dir. Dolayısıyla sürekli böyle yanardağların dibindeki şeyler gibi içi köpürüp durduğu halde, O, insanlarla karşılaştığı zaman, yine herkesi tebessümle karşılıyordu. Tebessüm insanı idi. Bir tebessüm…
Siyer kitapları, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in, hayatında sadece üç defa güldüğünden bahsediyorlar; gülme dediğimiz şekilde. İçinde öyle yanardağlar köpürüp duran bir insan, gülemez herhalde!..
* 20/11/2016 tarihli Bamteli sohbetinden derlenmiştir.
İç aydınlığı çok önemlidir. İnsanın iç dünyası envâr-ı İlahî ile, Hazreti Nûru’l-Envâr (celle celâluhu) ile, Münevvirü’n-Nûr (celle celâluhu) ile nurlanmayınca, o iç karanlığı, insanın bütün ufkunu karartır. Yollar, meşalelerle dolu olsa, projektörlerle dolu olsa, o yine gider sağa toslar, sola toslar; “dünya” der, ona takılır; “cismaniyet” der, ona takılır; “bohemlik” der, ona takılır; “şehevât-ı nefsâniye” der, ona takılır; “mal” der, ona takılır; “mülk” der, ona takılır…
Enbiyâ-ı izâmın nurlu atmosferine girdikten sonra bile böyle bir karanlığın kurbanı olmuş zulmetzedeler sayılamayacak kadar çoktur. O irtidat hadiseleri akıntısına kapılan nice kimseler vardı ki, bunlar, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile diz dize gelmişlerdi; O’nun arkasında namaz kılmışlardı, oruç tutmuşlardı; münafık değillerdi. Fakat bir yerde başları döndü, bakışları bulandı, düz yolda patikaya saptılar ve takılıp yolda kaldılar. Bunlara “yolda dökülenler” deniyor. Seyyidinâ Hazreti Musa ile Zât-ı Ulûhiyet arasında cereyan eden bir muhavere içindeki insanlar gibi: “Yâ Musa! Onlar, Bana ulaşmış, Beni bilmiş insanlar değil; onlar, yolda olanlar ve yolda dökülenler!”
Çok tekerrür etti, siz de iyi biliyorsunuz; tekrarını da -bir yönüyle- zâid sayabilirsiniz. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) çok tekrar buyurduğu bir dua: “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinde, diyanette, dini hayatta sâbit kıl!” “Ekrabu’l-mukarrabîn” olan Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi adına belli bir ufkun ifadesi olarak, o mevzudaki o durumu itibariyle, bir talebini böyle seslendiriyor. Fakat O’nun bu mübarek duasını rehberliğinin gereği, imam olmasının gereği, size/bize tâlim düşüncesinin gereği olarak anlamak, bize öğretmek için söylemiş olduğunu düşünmek Kıtmîr’e daha uygun geliyor: “Ben de böyle diyorsam şayet, bakın başınızın çaresine!..” demek gibi.
Evet, kendimizle yüzleştiğimiz zaman, eksiğimizi, gediğimizi, kırığımızı, döküğümüzü görürüz. Ancak o zaman görürüz neremiz karanlık, neremiz aydınlık, nerede doğru yolda yürüyoruz, nerede yürüdüğümüzü zannettiğimiz halde zikzaklar çiziyoruz. Kendimizle yüzleşmeyince bunları bilemeyiz. Üzerinde durulup belki kaleme kâğıda dökülmesi gerekli olan engin bir mevzu ama o da yine aydınlık bir dimağ ister. Öyle aydınlık bir konunun kendi muktezâsı gereği aydınca ortaya dökülmesi için, duygunun ve düşüncenin de aydın olması iktiza eder.
“Bir gül gibi, gördüğün herkese gül!
Renk ve kokunla ruhlara süzül,
Hep bir sevgi sembolü gibi görül,
Tebessümle yaşa, tebessümle öl!”
Keyiflenme, neş’elenme, dırçık atma değil. (Dırçık atma tabiri, Doğu Anadolu’ya mahsus; baharda buzağıların dışarıya çıktıkları zaman yaptıkları tavırları ifade için kullanılır.) O manada değil; esas olan, insanları memnun etme, tebessümlerinle gönüllere akma.
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) içinde magmalar kaynayıp duruyordu.. insanları, ulaştığı ufka ulaştırma magmaları.. herkesi gördüğü cennete ulaştırma magmaları.. “Niye görmüyorlar?! Neden duymuyorlar?!. Neden dinlemiyorlar?!. Neden gittikleri o eğri-büğrü yoldan vazgeçmiyorlar?!. Neden bir kere de sırat-ı müstakîm demiyorlar?!.” diye. Kur’an’ın değişik yerlerinde O’nu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ta’dil ve takdir adına kullanılan çok farklı ifadeler vardır ama bu arada iki yerde “Neredeyse kendini öldüreceksin!” denilmektedir: Öyle görünüyor ki (ey Rasûlüm), o müşriklerin peşinde, bu Söz’e (Kur’ân’a) inanmazlarsa diye duyduğun üzüntüden dolayı kendini neredeyse helâk edeceksin.” (Kehf, 18/6); O insanlar iman etmiyorlar diye üzüntüden neredeyse kendini helâk edeceksin.” (Şuarâ, 26/3) Evet, “Sana/inene inanmıyorlar diye neredeyse kendini öldüreceksin!” deniyor. Öyle heyecanlıydı; içinde magmalar vardı, köpürüp duruyordu.
“Sâdık”ın hali, tıpkı o arzın derinliklerindeki magmalar gibi köpürüp durma ama onu dışarıya vurmama halidir. Âşık ise, değişik yerlerden boşluklar bulunca, dışarıya püskürmeler şeklinde kendini ifade eder. Onun için “sâdık” ondan daha derindir. Kaldı ki O (sallallâhu aleyhi ve sellem) “esdaku’s-sâdıkîn”dir. Dolayısıyla sürekli böyle yanardağların dibindeki şeyler gibi içi köpürüp durduğu halde, O, insanlarla karşılaştığı zaman, yine herkesi tebessümle karşılıyordu. Tebessüm insanı idi. Bir tebessüm…
Siyer kitapları, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in, hayatında sadece üç defa güldüğünden bahsediyorlar; gülme dediğimiz şekilde. İçinde öyle yanardağlar köpürüp duran bir insan, gülemez herhalde!..
* 20/11/2016 tarihli Bamteli sohbetinden derlenmiştir.
Комментарии