filmov
tv
Hamit pütün yılmaz Güney'in babasının mezarı adana
Показать описание
HAMİT Pütün (Hamit Çavuş)’un Desman (Siverek) köyünden henüz on dört, on beş yaşlarındayken 1920’li yıllarda eşeklerle kağnı arabalarıyla Adana’ya yaptığı bir yolculuk...O yıllarda bölgeden Adana’ya gelenler, çalışmak için Büyüksaat civarındaki Tuz Han veya Yeni Han’daki simsarlar
O yıllarda bölgeden Adana’ya gelenler, çalışmak için Büyüksaat civarındaki Tuz Han veya Yeni Han’daki simsarları bulurlardı. Ağalar simsarlara komisyonlarını verip Hamit Pütün ve Siverek’ten geldikleri birkaç kişiyi Yenice köyüne götürür. Hamit Pütün önce burada ardından Oymaklı köyündeki Kısacıklar Çiftliği’nde tarım işlerinde çalışır. Askere gider. Dört yıl boyunca askerlik yapar. Askerden geldiğinde köye döner. Köyde tarım işinde çalışan, aile kökeni Muş’a dayanan Güllü ile evlenir. Bu evlilikten 1937 yılında Yılmaz, bir yıl kadar sonra da Leyla adında iki çocuk dünyaya gelir.Yılmaz, ilkokul üçe kadar köy evini andıran Yenice’deki okulda, üçüncü sınıftan sonra bir süre köye beş, altı kilometre uzaklıktaki Kadıköy’deki okulda okur. Bu okula çoğu zaman yürüyerek gidip gelir.
(…)
Güllü Ana, bazı nedenlerden dolayı iki çocuğunu alır Adana’ya gider. Yılmaz, Adana’da okuldan önce sabahları simit, okuldan sonra gazoz satar. Yazları köye gelir, hergelecilik yapar, pamukta çalışır.
“Ortaokulda çocuklara imrenirdim. Mandolin çalar, futbol, voleybol oynarlardı. Ben, hiçbirini yapamazdım. Çünkü çalışıyordum. Dur, bunu baştan anlatayım. İlkokul dördüncü sınıfta yazın köye geldik. Anamla babam tarlada çalıştılar. Ben ırgatlara suculuk ettim. Sonra yıllar değiştikçe benim işlerim de değişti. Çapa çekiminde atçılık ettim. Pamuk topladım, kazma kazdım. Terfi ettim bağ bekçisi oldum. Bir yaz, traktör sürücülüğüne merak sardım. Ortaokulda okurken de çalıştım. Sabahları simit satardım. Dersten sonra gazoz…”
(Hasan Kıyafet, “Mahpus Yılmaz Güney”, Akyüz Yayınları, s. 22, Mart 1989, İstanbul)
Yılmaz Güney, annesiyle Adana’ya geldiğinde henüz ilkokuldadır. Yenice köyünde başladığı ilkokula üçüncü sınıftan sonra köye 5, 6 kilometre uzaklıktaki Kadıköy’de devam etmiş, ilkokulu Adana’da Büyüksaat civarında Ziya Paşa Parkı’nın yanında bulunan İnkılâp İlkokulunda tamamlamıştır. Güney, bu okuldan sonra Kurtuluş Caddesi’nde bulunan İstiklal Ortaokuluna kayıt ettirilmiştir. Okuldaki künye defterinde Yılmaz Güney’le (Pütün) ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
“Adı: Yılmaz, Baba Adı: Hamit, Soyadı: Pütün, Babasının Sanatı: Rençper, Doğum Tarihi: 1937, Doğum Yeri: Adana, Buraya Hangi Okuldan Geldiği: İnkılâp İlkokulu, Talebenin Okul No:149, En Son Bulunduğu Okuldan Getirdiği Diploma veya Tasdiknamenin Tarihi: 11 Haziran 1948, İstiklal Ortaokuluna kaydının yapıldığı tarih 6 Eylül 1948, En Son Verilen Diploma veya Tasdiknamenin Tarihi: 31 Mayıs 1952…” Künye defterinin Yılmaz Pütün’le ilgili bölümünün sonunda onun ortaokul yıllarında çekilen bir de fotoğrafı vardı.Yılmaz Güney, bu okuldan sonra; kardeşi Yaşar Pütün ve okul arkadaşı Yavuz Pağda’nın belirttiğine göre Adana Erkek Lisesinde okuyacaktır…
‘YILMAZ GÜNEY DIŞINDA BİR HASTALIĞI YOKTU…’
Adarasokaklarında dolaşan Yaşar adlı biri vardı. Bir zamanlar Kurtuluş Caddesi’ndeki fotoğraf stüdyosunun biriyle, “Vitrinde her zaman benim büyük boy fotoğrafım olacak…” diye anlaşma yapmıştı. Çevredeki esnafın söylediğine göre: “Yılmaz Güney dışında bir hastalığı yoktu Yaşar’ın… O, Adana Çimento Fabrikasında çalışır, kazandığı paranın neredeyse tümünü Yılmaz Güney’in giydiklerine benzeyen kıyafetlere harcar, bir bölümünü de fotoğrafı sürekli vitrinde kalsın diye fotoğrafçıya verirdi.”
O bölgelerde yaşayan esnaf, Yaşar’ın her gün, hangi saat, hangi caddeden geçeceğini bilirdi. O, kıyafetlerini giyinir, caddelere vururdu kendini…
(…)
‘O, ADAMIN TEKİYDİ…’
Yılmaz Güney, genelde bu topraklarda yaşayan halkları, özelde ise Çukurova insanını iyi tanıyordu. Çukurova’da yaşayan tarım işçisinden çiftlik ağasına; yoksulundan zenginine birçok insanın güvenini kazanan Yılmaz Güney, bu dostluğu kişiliğinden ödün vererek kurmamıştı. Emekçisi, kabadayısı, hukukçusu, tüccarı… Yılmaz Güney’in duruşunu bilerek onunla dost olmuştu.
Yılmaz Güney filmlerinin Çukurova’da daha da başka bir tutku ile seyredilmesinin, sevilmesinin, sahiplenilmesinin nedeni, filmlerinde ezilmişlerin sesi olmasının yanı sıra filmlerinin önemli bir bölümünü doğup büyüdüğü bu topraklarda çekmiş olmasından kaynaklanıyordu. Yirmi yaşındaki Yeniceli Mehmet’le Kadıköylü (Adana) yetmiş dokuz yaşındaki Cumali Amca’nın onun filmlerindeki kimi sahneleri ezbere bilmelerindeki gerçek de burada gizliydi.
Yılmaz Güney, deyince insanların kurduğu şu cümleler dikkat çekiciydi: “Halktan geldiği için halkın ne çektiğini bilirdi… Yılmaz, fıkarayla yaşıyordu. Her insana yardımcı olurdu. Garibanlara çok saygılıydı… Yılmaz Güney, çocukken oynadığımız oyunlarda hiç ölmezdi… O, adamın tekiydi, benzeri yoktu…”
Varsın sıkıyönetimler, darbeler sanata, sanatçılara sansür uygulasın, eserlerini yakıp yok etsin… Halka mal olan sanatçıların eserlerini yine halkın kendisi korur nasılsa…
O yıllarda bölgeden Adana’ya gelenler, çalışmak için Büyüksaat civarındaki Tuz Han veya Yeni Han’daki simsarları bulurlardı. Ağalar simsarlara komisyonlarını verip Hamit Pütün ve Siverek’ten geldikleri birkaç kişiyi Yenice köyüne götürür. Hamit Pütün önce burada ardından Oymaklı köyündeki Kısacıklar Çiftliği’nde tarım işlerinde çalışır. Askere gider. Dört yıl boyunca askerlik yapar. Askerden geldiğinde köye döner. Köyde tarım işinde çalışan, aile kökeni Muş’a dayanan Güllü ile evlenir. Bu evlilikten 1937 yılında Yılmaz, bir yıl kadar sonra da Leyla adında iki çocuk dünyaya gelir.Yılmaz, ilkokul üçe kadar köy evini andıran Yenice’deki okulda, üçüncü sınıftan sonra bir süre köye beş, altı kilometre uzaklıktaki Kadıköy’deki okulda okur. Bu okula çoğu zaman yürüyerek gidip gelir.
(…)
Güllü Ana, bazı nedenlerden dolayı iki çocuğunu alır Adana’ya gider. Yılmaz, Adana’da okuldan önce sabahları simit, okuldan sonra gazoz satar. Yazları köye gelir, hergelecilik yapar, pamukta çalışır.
“Ortaokulda çocuklara imrenirdim. Mandolin çalar, futbol, voleybol oynarlardı. Ben, hiçbirini yapamazdım. Çünkü çalışıyordum. Dur, bunu baştan anlatayım. İlkokul dördüncü sınıfta yazın köye geldik. Anamla babam tarlada çalıştılar. Ben ırgatlara suculuk ettim. Sonra yıllar değiştikçe benim işlerim de değişti. Çapa çekiminde atçılık ettim. Pamuk topladım, kazma kazdım. Terfi ettim bağ bekçisi oldum. Bir yaz, traktör sürücülüğüne merak sardım. Ortaokulda okurken de çalıştım. Sabahları simit satardım. Dersten sonra gazoz…”
(Hasan Kıyafet, “Mahpus Yılmaz Güney”, Akyüz Yayınları, s. 22, Mart 1989, İstanbul)
Yılmaz Güney, annesiyle Adana’ya geldiğinde henüz ilkokuldadır. Yenice köyünde başladığı ilkokula üçüncü sınıftan sonra köye 5, 6 kilometre uzaklıktaki Kadıköy’de devam etmiş, ilkokulu Adana’da Büyüksaat civarında Ziya Paşa Parkı’nın yanında bulunan İnkılâp İlkokulunda tamamlamıştır. Güney, bu okuldan sonra Kurtuluş Caddesi’nde bulunan İstiklal Ortaokuluna kayıt ettirilmiştir. Okuldaki künye defterinde Yılmaz Güney’le (Pütün) ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
“Adı: Yılmaz, Baba Adı: Hamit, Soyadı: Pütün, Babasının Sanatı: Rençper, Doğum Tarihi: 1937, Doğum Yeri: Adana, Buraya Hangi Okuldan Geldiği: İnkılâp İlkokulu, Talebenin Okul No:149, En Son Bulunduğu Okuldan Getirdiği Diploma veya Tasdiknamenin Tarihi: 11 Haziran 1948, İstiklal Ortaokuluna kaydının yapıldığı tarih 6 Eylül 1948, En Son Verilen Diploma veya Tasdiknamenin Tarihi: 31 Mayıs 1952…” Künye defterinin Yılmaz Pütün’le ilgili bölümünün sonunda onun ortaokul yıllarında çekilen bir de fotoğrafı vardı.Yılmaz Güney, bu okuldan sonra; kardeşi Yaşar Pütün ve okul arkadaşı Yavuz Pağda’nın belirttiğine göre Adana Erkek Lisesinde okuyacaktır…
‘YILMAZ GÜNEY DIŞINDA BİR HASTALIĞI YOKTU…’
Adarasokaklarında dolaşan Yaşar adlı biri vardı. Bir zamanlar Kurtuluş Caddesi’ndeki fotoğraf stüdyosunun biriyle, “Vitrinde her zaman benim büyük boy fotoğrafım olacak…” diye anlaşma yapmıştı. Çevredeki esnafın söylediğine göre: “Yılmaz Güney dışında bir hastalığı yoktu Yaşar’ın… O, Adana Çimento Fabrikasında çalışır, kazandığı paranın neredeyse tümünü Yılmaz Güney’in giydiklerine benzeyen kıyafetlere harcar, bir bölümünü de fotoğrafı sürekli vitrinde kalsın diye fotoğrafçıya verirdi.”
O bölgelerde yaşayan esnaf, Yaşar’ın her gün, hangi saat, hangi caddeden geçeceğini bilirdi. O, kıyafetlerini giyinir, caddelere vururdu kendini…
(…)
‘O, ADAMIN TEKİYDİ…’
Yılmaz Güney, genelde bu topraklarda yaşayan halkları, özelde ise Çukurova insanını iyi tanıyordu. Çukurova’da yaşayan tarım işçisinden çiftlik ağasına; yoksulundan zenginine birçok insanın güvenini kazanan Yılmaz Güney, bu dostluğu kişiliğinden ödün vererek kurmamıştı. Emekçisi, kabadayısı, hukukçusu, tüccarı… Yılmaz Güney’in duruşunu bilerek onunla dost olmuştu.
Yılmaz Güney filmlerinin Çukurova’da daha da başka bir tutku ile seyredilmesinin, sevilmesinin, sahiplenilmesinin nedeni, filmlerinde ezilmişlerin sesi olmasının yanı sıra filmlerinin önemli bir bölümünü doğup büyüdüğü bu topraklarda çekmiş olmasından kaynaklanıyordu. Yirmi yaşındaki Yeniceli Mehmet’le Kadıköylü (Adana) yetmiş dokuz yaşındaki Cumali Amca’nın onun filmlerindeki kimi sahneleri ezbere bilmelerindeki gerçek de burada gizliydi.
Yılmaz Güney, deyince insanların kurduğu şu cümleler dikkat çekiciydi: “Halktan geldiği için halkın ne çektiğini bilirdi… Yılmaz, fıkarayla yaşıyordu. Her insana yardımcı olurdu. Garibanlara çok saygılıydı… Yılmaz Güney, çocukken oynadığımız oyunlarda hiç ölmezdi… O, adamın tekiydi, benzeri yoktu…”
Varsın sıkıyönetimler, darbeler sanata, sanatçılara sansür uygulasın, eserlerini yakıp yok etsin… Halka mal olan sanatçıların eserlerini yine halkın kendisi korur nasılsa…
Комментарии