Gül Yüzlü Sevdiğim - Loudingirra Özdemir (Singapur)

preview_player
Показать описание
HER ŞEYİ BIRAKIP GİTMENE DEĞDİ Mİ?

1. BÖLÜM:

Gökyüzünde Akşam yıldızı parlıyordu. Kenarında yürüdüğüm nehrin menderesler çizerek yittiği ufukta, gökdelenlerin bazı katları akşamın karınlığından ayırt edilmezken, kimi sarı, kimi beyaz ışıkla dolu olan katlar ise, asılı bir pencere izlenimi uyandırıyordu. Maskemi çıkardım ve derin bir soluk aldım. Yarım saat önce ayak bastığım bu ülke, tüm dinginliğiyle yumuşak bir meltem gibi yüzüme çarpıyor. Haftalardır bünyemin aksak işleyişiyle meşgul olmaktan yorulan zihnim, estetik duygulara hitap eden, gökyüzüyle uyumlu bu yapılar arasında şimdi tekrar özgürlüğüne kavuşmuş gibiydi. İçimi tatlı bir tedirginlik kaplıyor. Yürüdüğüm kaldırımda, hemen sağımdan kaykaylarıyla birkaç kişi beni geçti, ileride yer yer basamaklar halinde alçalan zeminde gözden kayboldu.

Gideceğim yer yaklaşık iki kilometre uzaklıktaydı. Altın yaldız dekorlara gömülmüş, dışardan sadece başları görünen insanların olduğu bir kafenin önünden geçiyorum. Sağımda gördüğüm, şimdi ise arkamda kalan, abartılı avizelerin tavanları süslediği bir mağazanın devasa camlı, döner kapısından alışveriş poşetleriyle birkaç turist çıkıyordu. Az ilerde, camekanlardan taşan ışıkların aydınlattığı parke taşlarıyla örülü caddede, bir grup kızlı erkekli lise öğrencisi hilal şeklinde oturmuş, ortada dans figürleri sergileyen arkadaşlarına ritim tutuyorlardı. Loş bir köşede, yaşlı bir ağacın gövdesine sırtını dayamış bir sokak ressamı tuvalini boyuyordu.

Tarif edilen adrese varmış, tanımadığım insanları bekliyordum. Çok geçmeden siyah bir VIP minibüs, beklemekte olduğum kaldırıma yanaştı. Boylu poslu, siyah takım elbiseli şoför, araçtan indi ve çantalarımı arka tarafa yerleştirmek için saygılı bir tavırla bana doğru eğildi. O sırada orta kapı açıldı. İçerde bir kadın ve bir erkek karşılıklı oturuyor; mavi gözlü, yanık tenli bir kız çocuğu koltuktan koltuğa atlayıp duruyordu. Tanıştık. Şoför çantalarımı arkaya çoktan yerleştirmiş, Püsküllü Yoldaş'ı da onların yanına koymak için elimden çekiştiriyordu.
"Benimle birlikte kalacak." dedim.
İçerdekilerle göz göze geldik.
"Hassas bir enstrüman. Dört yıldır hiç yanımdan ayırmadım." diye ekledim.
Hak verdiler. Gülüştük.

Araca bindim. Küçük kız çocuğu, şimdi karşımdaki koltuğa sinmişti. Tırnaklarını kemirerek iri, mavi gözleriyle beni süzüyordu. Babası Darren, yolculuğumla ilgili sorular soruyor, bir yandan da verdiğim cevaplarda eksik bulduğu yerleri, önceden hakkımda bildikleriyle tamamlayarak sohbetimize katılmaya çalışan genç Alman eşine aktarıyordu. Üst katları gökyüzünde kaybolan binaların arasına daldık. Kent ışıkları aracın içini aydınlattığı ölçüde birbirimizin yüzlerini seçebiliyorduk.

Darren elli yaşında Singapurlu bir iş adamıydı. Yaklaşık sekiz yıl önce, bir Avrupa seyhati esnasında eşi Sofia ile tanışıp evlenmişlerdi. Kızları yedi yaşındaydı. Beni evlerinde bir hafta misafir edeceklerdi. Eve geçmeden önce Darren, Marina Bay Sands Hotel'in tepesindeki SkyPark'tan şehrin kuş bakışı manzarasını bana göstermek istiyordu.

Darren'nin sözünü ettiği otelle, modern mimarinin eşsiz anıtı Marina Bay Sands kompleksini kastettiğini, üç gökdeleni birbirine bağlayan davasa terasın görüş alanımıza girmesiyle anlayabilmiştim. Aracın konumu değiştikçe, üç gökdelenin sıra çizgisi değişiyor, bazen düz, bazen de kavisli bir şekil alıyordu. Ön tarafı bir geminin güvertesini andıran teras ise, gökyüzünde yüzüyormuş izlenimi veriyordu.

Devasa bir pramidin içini andıran uzun holde Sofia ve kızı Mila ile birlikte oyalanıyorduk. Hemen dönmek üzere bizden uzaklaşan Darren, az öteden bize seslendi. Sesini bize duyurabilmesine rağmen, el işaretleriyle de bizi çağırıyor, olduğu yerde sabırsızca deviniyordu.
"Bak, seni kimle tanıştıracağım." dedi.
Darren, bunu bana mı yoksa yanında duran orta yaşlardaki adama mı hitaben söylediği, Türkçe ile "Türk müsün?" diye araya girilmesiyle muğlak kalmıştı.
"Evet." diye adamı onayladım.
Darren'in yüzü, aynı dili konuşan iki insanı yabancı bir ülkede tanıştırmanın sevinciyle parlamıştı.

Darren ve Cem'in dost olduklarını ve yıllardan beri birlikte iş yaptıklarını öğreniyorum. Az önce burada karşılaşmaları ise, ikisi için de sürpriz olmuştu. Cem, Darren ile nasıl tanıştığımızı sorması üzerine, kendimden bahsettim.
Cem'in gözlerinin içi güldü:
"Sazın nerede?" diye sordu.
Darren'in aracında olduğunu öğrenince:
"Yukarıda Türkiye'den misafirlerim var. Sazını alsan da yukarı çıksak, ne iyi olur!" dedi.
Sonra Darren'e dönüp konuştuklarımızı tercüme etti. Bunun üzerine Darren, şoförünü arayıp ondan enstrümanımı getirmesini istedi.

2. BÖLÜM YORUMDA.
Рекомендации по теме
Комментарии
Автор

2. BÖLÜM:

Otelin üst katlarında, şehir manzaralı lüks bir odada Cem ve onun iki misafirleriyle sohbet ediyorduk. Kır saçlı, orta yaşlarda olan adam, ... Belediyesi Başkanıydı. Genç ve uzun boylu olan adam ise, ... Partisi İlçe Başkanıydı. Belediye Başkanı, özgür irademle bu yaşam tarzını tercih ettiğimi bir türlü kabullenemiyor ve durup durup:
"Etme gel, seni memleketine geri götürelim. Nereye kadar böyle sefil bir hayat süreceksin?" diye beni ikna etmeye çalışıyordu.

Belediye Başkanı, temiz ve saf bir Anadolu insanı babacanlığıyla konuşmaya devam ediyordu. Sevecen yüzüne bakıyorum. Ana dilimle konuşuyor, yıllardır yoksun olduğum, doğup büyüdüğüm topraklara özgü bir içtenlik seziyorum. Yaşantımı "sefil ve acınası" bulması karşısında içimde uyanan öfke, yerini hüzne bırakıyor.

Darren ve eşi kızlarıyla birlikte köşedeki koltukta ne konuştuğumuzu anlamasalar da ortamdan hoşnut görünüyorlardı. Cem, zaman zaman Darren'e dönüp konuştuklarımızı kısaca tercüme ediyor, fakat daha sonra yine sohbete dalıyordu.

Derken, parti ilçe başkanı:
"Biraz da türkü dinlesek olmaz mı?" diye söze karıştı.
Çalıp söylüyorum, eşlik ediyorlar. Köşelerinde artık sıkılmış olan Darren ve eşinin yanaklarına canlılık gelmişti. Telefonlarını çıkarmış çekim yapıyorlardı. Türkü henüz bitmişti ki Belidiye Başkanının gözleri açıldı, kaşları yukarı çekildi. Öne atılarak:
"... Müftüsü ... Özdemir ile bir akrabalığınız var mı?"
"Kardeşiyim." dedim.
Cevabım üzerine Belediye Başkanı iyice şaşırmıştı. Önce Cem'in sonra da Parti ilçe başkanının gözlerinin içine uzun uzun bakarak:
"Abisi benim arkadaşım." dedi ve kendisi gibi, onların da şaşkınlıklarını dışa vurmalarını beklercesine bir müddet hareketsiz bekledi.

Tesadüflere göre şekillenen, plansız ve başıboş bir yaşantıya alışkın olmama rağmen, bu rastlantı karşısında, oradaki herkes gibi şaşırmıştım.

Belediye Başkanı oturduğu koltuğun kolçaklarına sıkı sıkı tutunuyor, ayağa kalkacak gibi yapıp tekrar kendini koltuğa bırakıyordu.
"Bu karşılaşma, kesinlikle bir tesadüf değil." diye söyleniyordu.
Telefonuna uzanarak:
"Abini arayacağım." dedi.

İtiraz sözcükleri ağzımdan fırladı; fakat birdenbire üslubumu nezaketsiz buldum. İtirazımı sürdürmedim. Beledye Başkanının ilahî anlamlar yüklediği bu karşılaşmadan duyduğu heyecanı, sıcağı sıcağına abimle paylaşmak istemesi, son nederece normaldi. Zaten çoktan arama tuşuna basmış, telefonu kulağına götürmüştü.

"Bak yanımda kim var!"
Odadan kaçıp sokaklarda aylak aylak yürüme isteği içimde doğuyor. Abimle dört yılı aşkın süredir ne görüşüyor ne de ondan haber alıyordum. İrademiz olmadan bağlandığımız biyolojik bağ dışında, bizi birbirimize bağlayan hiçbir şey yoktu. Hangi frekansta birleşip iletişim kuracak, neyi konuşacaktık?

Belediye başkanı telofunu elime tutturmuş, oradaki herkes gibi, aramızda geçecek diyaloğu merak ediyordu.

"Meraba abi." dedim, telefonu kulağıma götürür götürmez.
"Her şeyi bırakıp gitmene değdi mi?" diye sordu.

Bu soru, kararlarını zarar kaygısı gölgesinde veren bir tüccara yöneltilmeliydi.

"Yanlış bir soru sordun." diyecektim; fakat vaz geçtim. Duraksadım.

Hayat; doğası gereği bir kaostu, biricikti, tekrarı ve kıyaslanabilecek başka bir örneği yoktu. Bu nedenle insan, cesareti ve zekası ölçüsünde, bir nehir gibi önüne ne çıkacağının kaygısını yaşamadan akıp yolunu bulmalıydı. Bir dağa toslayabilir, bir uçurumdan aşağı düşebilir veya uçsuz bucaksız çöllerde aylarca yol almak zorunda kalabilirdi. Hiç önemi yoktu, çünkü her deneyim kendi özünde değerliydi ve hayatın anlamı, deneyimlerimizin toplamının zihnimizde bıraktığı tattan başka bir şey değildi.

Şimdi kalkmış, bir su damlası, kaynağından fışkırır fışkırmaz, yanı başındaki göleti, insan korkularının ürünü mitolojik öğretilere dayanarak okayanus zannediyor ve oradan, kurulduğu yerden suçlayıcı, alaycı ve kibirli bir üslupla nehire: "Her şeyi bırakıp gitmene değdi mi?" diye çıkışıyor. İlkel dogmalardan beslenen bir inancı, ailevî ve insanî ilişkilerin önünde tutan bu tavır, binlerce kilometre ötede bile gelip beni bulmuştu.

Öfkelenmiştim; fakat çocukluk çağımda onun bana verdiği oyuncakların beni ne kadar mutlu ettiğini birden bire hatırlayıverdim. Sesim kısıldı, boğazım düğümlendi. Birkaç gün önce hangi ülkede, kimlerle vakit geçirdiğimi bile zor hatırlarken, o oyuncakların bütün detayları hala gözümün önündeydi.

Boğazımı temizleyip bir iki yutkundum.
"Evet, değdi." anlamında bir şeyler geveledim.

Zaten bir tesadüfün şaşkınlığıyla gerçekleşen bu emrivaki telefon görüşmesi, bu cevabım üzerine daha fazla sürmeden, birkaç soğuk vedalaşma sözcüğüyle bitti. Telefonu Belediye başkanına geri uzattım.

Kalktığımızda, vakit bir hayli geç olmuştu. Cem ve misafirleri bizi lobiye kadar geçirdiler. Vedalaştık.

Araç, trafiğin olmadığı geniş yollarda neredeyse sarsılmadan ağır ağır ilerliyordu. Mila, uyuklayan annesinin dizlerinde uyuyordu. Darren ise, Marina Bay Sand Hotel'in içindeki dünyanın en büyük kumarhanesinden, üç gökdeleni birleştiren dünyanın en büyük platformu ve üzerindeki sonsuzluk havuzundan, kristal köşkten ve sanat-bilim sergilerinden konuşuyordu. Uykusuzluk ve yorgunluktan bir top güllesi kadar ağır başım, zaman zaman önüme düşüyor, Darren'nin sesi donuklaşıyor, sonra bu donukluktan ani, güçlü bir tonlamanın sıyrılmasıyla tekrar konuşmasına dikkat kesiliyordum.

"Singapur'a ayak basar basmaz zengin turistlerin ve iş adamlarının uğrak noktası olan böyle bir yerde vakit geçirdiğin ve şehir manzaralı lüks odalardan bir tanesinde yemek yediğin için çok şansılısın." dedi.
Gülümseyerek onayladım.

Otabanın zayıf ışığında Darren'in yüzü loştu, fakat gölgesi bile, el değmemiş saf ruhunu ortaya çıkarmaya yetiyordu. Para ağıyla örülü ilişkilerin geçerli olduğu bu şehir devletinde, tüm yaşamını bir çantaya sığdırmış aylak bir adamı, ailesiyle tanıştırmış, yalnızca karşılıklı insanî duygular kaygısıyla evine davet etmişti. Eğer şanslı idiysem, yalnızca bunun için şanslı idim. Kendimi her zamankinden daha fazla eğreti hissettiğim o lüks otel odasında bulunduğum için değil.
SON

Автор

Yolun çiçeklere bezenmiş Loudingirraaa, ne de doğalsın onca beton devlerin arasında bir bilsen. Çığırdığın her parçada, bir yüreğin hikayesi hayat buluyor yeniden. Ozanların mirasının sesisin sen. Yüreğine, hüzün dolu sesine sağlık Caann, pek Özelsin... 👏👏👏

cigalazra
Автор

"Aş artık kendini" derler ya, insanın kendisini aşmanın ete kemiğe bürünmüş hali senmişsin kardeşim.

hidayetciraz
Автор

Geldiğin yerin bulutunu yanında taşırsan, gittiğin yerin güneşi hiçbir zaman doğmuyor.

gardropfuat
Автор

Herşeyi birakip gitmene değdi mi diye soran müftüyü anlattığında ise vaktiyle okuduğum bir kitaptaki su cumleleri anımsadım: Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti.Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.

alia-ylvb
Автор

"Bu soru, kararlarını zarar kaygısının gölgesinde veren bir tüccara yöneltilmeliydi." Ne güzelsin be adam

yeksenak
Автор

Sizin gibiler olmasa anadolunun sesini kim duyuracak varolun gençler

yusufgul
Автор

Sen ne kadar temiz kalplisin canabi hak sana yardım etsin

bilgiyepinar
Автор

İnsan gönül telini titreden bu Türküler(Deyişler)inanıyorum ki yurt dışı insanları sevecek bizim yeni neslimize de burdan rüzgar gibi esecek.

BinaliKaya-ok
Автор

Dünyayı gezip zihninin prangalarından kurtulman çok anlamlı... İnsan illa bir kültür veya örfe bağlı kalmak zorunda değil.... İçindeki boşluk asıl dostu unutmuş ve başını su misali oradan oraya vuruyor olmandan kaynaklanıyor olmasın.... Hatırla ve içinde taşıdığın sevgiyi dağıtmaya devam et güzel insan.... Tüm Pir Sultan dervişlerine selam olsun

yagmuryldz
Автор

Helal olsun türkün müziği türkhalkmüziği işte bu sevgiler alanyadan

islamyuksel
Автор

Okudum...
Öyle derinden hissederim ki Loudingirra hissiyatını... Kendisiyle tesadüfen tanıştığımı zannediyordum. Bugün bu savımı çürütmeye karar verdim. Okuduğum bir kitapta "Böyle zamanlarda kaçıp sığınabileceğim acayip bir barınak bulmuştum; hani nasıl derler, bir “rastlantı sonucu”. Aslında böyle rastlantılar yoktur. Bir kimse bir şeye mutlaka gereksinim duyuyor ve o şeyi ele geçiriyorsa,
bunu ona sağlayan rastlantı değildir; kendisi, kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip ilgili nesneye götürmüştür." şeklinde....

Hakikatle Kal Loudingirra 🌿🌼

ceylanaras
Автор

İslamın aydınlık gerçek yüzü, ki Yüce Tanrı'nın kendisi olan Sevgi'nin olduğu Alevi deyişleri... Yüreğine sağlık be evlat.. Ağlattın bizi...😪😪🙏👏

chomskycavus
Автор

Güzel Adam... bu kadar içten... bu Türküyü dinleyip gözleri dolmayan var mıdır acep

zaferonder
Автор

Özümüz ne kadar güzel değilmi?
Türkülerimiz, Sevdamiz, Askimiz, Dinimiz, Asil Olan Insanimiz ne kadar güzel !!!
Anlam var Hikaye değil gerceklik var ! ❤

ottomanelturco
Автор

Böyle bir ses yok İlk defa bugün duydum ama bu sesi tv ekranlarında da isteriz

berfinaslan
Автор

Yaş 58 takılıp kaldım bu derviş oğlana. Nede güzel söylüyor Türkülerimizi. Tiryakisi oldum😥😥😥

alivarol
Автор

Bağlama çalmıyorsun be kardeşim resmen dile getiriyorsun . Her tele dokunduğunda benimde yüreğimin teline dokundun. Helal olsun

f.y.
Автор

Ruhunu, bedenini terk etmeden serbest bırakan adam, yaşadığın hüznü ve siniri her türküde, her satırda tekrar tekrar yaşıyor ve yaşatıyorsun. Ülke ülke gezmen belli ki bir şey aramandan ötürü değil. Kendini daha çok kaybetmeye çalışmana tanık olmak hüzne, bağlamanın tınısı da mutluluğa boğuyor. Yolun açık olsun.

baristn
Автор

sen adamsın adam... keşke daha sık görsek türkülerini o kadar güzel ki

cambridgessss
visit shbcf.ru