filmov
tv
Livaneli Sohbet / 1. Bölüm: Yeni Yıl ve Umut (16.01.2025)
Показать описание
Dostlarım hepinizi yeni yılda sevgiyle selamlamak istiyorum. Mutlu bir yıl olsun, iyi sağlıklı başarılı ve huzur içinde bir yeni yıl diliyorum. Önemli bir şey çünkü her şey iyi niyetle başlıyor. İyi niyet en önemli olay. İyi niyetimiz yoksa insan ilişkilerimiz yolunda yürümüyor. Biz eskiden bu ilişkileri daha iyi kuran bir millettik. Büyük küçük sokaktaki insan kadın erkek iş yeri okul bütün bunlarda daha düzgün ilişkilerimiz vardı ama maalesef bu dengeler dünyada da bozuldu. Özellikle Amerikan popüler kültürünün etkisiyle bizde de bozulmaya başladı. Bu tabii üzücü ama gene de sesi çıkmayan çok milyonlarca düzgün insan olduğunu ben biliyorum. Zaten onlarla da çoğuyla da haberleşiyor. Bana hep şu soruluyor: İnsanlık ileri mi gider geri mi? İyiye mi gidecek kötüye mi? Bunu bana konferans verdiğim Türkiye'deki üniversitelerden Amerika'daki, Çin'deki, Rusya'daki, Avrupa'daki bir sürü üniversitede her konuşmanın sonunda sordular. Dediler ki insanlık iyiye mi gider kötüye mi gider?
Aslında ben umutluyum. Umutlu bir insanım. İki sebepten böyle oluyor. Bir tanesi mesleğim gereği kamuoyunun önüne çıkan, kitap yazan, müzik yapan ve seslenen bir insansanız insanlara kalkıp da "Efendim her şey kötü, her şey berbat zaten" deme hakkınız yok. O zaman susun konuşmayın. Yani bu şuna benzer; bir doktora gitmişsiniz diyorsunuz ki "Benim şöyle şöyle ağrılarım rahatsızlıklarım var." Doktor "Senden bir şey olmaz hadi git" diyebilir mi? O zaman doktorluk yapmaması lazım. Bu da bizim gibi kamuoyu önündeki insanların umutsuzluk yaymaması gerekir. Ben böyle düşünüyorum. Ama bu umut aktif bir umut olmalı, pasif bir umut değil. Yani ben bir yerde yatayım, istediğimi yapayım, ilerisi nasılsa güzel olacakmış değil. Bunun güzel olabilmesi için bizim gayret etmemiz gerekiyor. Koşulları düzeltmek bizim elimizde. Onun için de aktif daha güzel bir dünya yaratma, daha güzel bir Türkiye yaratma umudunu aktif olarak beslemeli ve eyleme katılmalıyız.
Bunun dışında insanlık elbette ileri gidiyor. Yani düşünün binlerce yıllık insanlık elbette ileri gidiyor. Orta çağdaki gibi cadılar yakılmış Avrupa şehirlerinde başka türlü zulüm devam etmiyor mu? Ediyor. Maalesef ediyor. İnsanoğlunun o Freud'un temelinde bir yıkıcılık vardır dediği o inanç doğru mu yanlış mı onu ayrıca tartışırız. Ama bu Homo sapiens birbirini öldürüyor. Maalesef böyle. Habil Kabil'den beri böyle. Ama biz gene de barış umudunu, barış için çalışmayı elden bırakmayacağız. İnsanlık ileri gidiyor ama bu lineer bir gidiş değil. Dümdüz bir gidiş değil. Hep ileri gidiş değil. Zikzaklar yapıyor. Bazen böyle yukarı giderken zikzak aşağı düşüyor, daha sonra tekrar gidiyor. En sonunda daha yükselmiş oluyor. Ama bizim ömür dilimimiz çok kısa. Maalesef biz tarihe tanıklık ediyoruz diyoruz ama ancak küçücük bir noktasına tanıklık ediyoruz. Eğer bizim doğduğumuz yıllar ve yetiştiğimiz yıllar o zikzak aşağı doğru gittiği yıllara denk geliyorsa, felaket oluyor dünya.
Yani düşünün 1910-15’te doğan bir Osmanlı vatandaşısınız. İşte arkasından savaşlar, imparatorluğun yıkılışı, kaybedilen ülkeler ve o yas dünyası içinde ve tekrar bir mücadele, tekrar bir kalkınma hamleleri falan. Yani gerçekten diyebilirsiniz, "Dünya çok zormuş." Ama diyelim 1940’larda, 50’lerde, 60’larda doğan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı insan daha güzel bir dünya gördü. Bakın 1940’larda Avrupa yıkıldı. Bütün Avrupa ülkeleri birbirini bombaladı. Amerika dahil Pearl Harbor dahil düşünün, yıkıldı. Milyonlarca, on milyonlarca genç öldü. Şehirler tarumar oldu. Tapınaklar, kiliseler, akademiler, her şey yerle bir oldu. Açlık, kıtlık, sefalet, bulaşıcı hastalık. Ama sonra düzeldi. O yıllarda Avrupa yıkılırken bizim ülkemiz sakindi. Evet, savaş tehlikesi var diye belki ekmek vesikaya bağlanmıştı, bazı tedbirler alınmıştı, askerlikler 4 yıla çıkarılmıştı falan ama yine de Avrupa gibi bir sefalet çekmedik.
Demek ki büyük filozof ve sosyolog tarihin en büyük insanlarından birisi olan İbn Haldun'un düşüncelerinden çıkarılan bir söz var: "Coğrafya kaderdir" diye. Doğrudan böyle bir söz yok ama onun düşüncelerinden çıkarılan bir söz bu. Evet, coğrafya kaderdir ama aynı zamanda dönem de kaderdir. Yani hangi coğrafyada ama hangi dönemdesiniz? Çünkü dünya zaman zaman çok çok değişik dönemlere giriyor. Medeniyetler çöküyor, başka medeniyetler çıkıyor. Yepyeni coğrafyalarda yeni uygarlıklar yeşeriyor. Eğer biz 10-12. yüzyıllarda yaşıyor olsaydık, dünya medeniyetinin başkenti, kültürün başkenti neresi denseydi diyecektik ki elbette Bağdat. Beyt'ül Hikme, bütün oradaki bilim adamları, matematiği, astronomiyi, algoritmayı, hepsini yapan, icat eden, yapan, hatta eski Yunan klasiklerini çeviren, bin tane satranç okuluna sahip olan Bağdat. ....
Aslında ben umutluyum. Umutlu bir insanım. İki sebepten böyle oluyor. Bir tanesi mesleğim gereği kamuoyunun önüne çıkan, kitap yazan, müzik yapan ve seslenen bir insansanız insanlara kalkıp da "Efendim her şey kötü, her şey berbat zaten" deme hakkınız yok. O zaman susun konuşmayın. Yani bu şuna benzer; bir doktora gitmişsiniz diyorsunuz ki "Benim şöyle şöyle ağrılarım rahatsızlıklarım var." Doktor "Senden bir şey olmaz hadi git" diyebilir mi? O zaman doktorluk yapmaması lazım. Bu da bizim gibi kamuoyu önündeki insanların umutsuzluk yaymaması gerekir. Ben böyle düşünüyorum. Ama bu umut aktif bir umut olmalı, pasif bir umut değil. Yani ben bir yerde yatayım, istediğimi yapayım, ilerisi nasılsa güzel olacakmış değil. Bunun güzel olabilmesi için bizim gayret etmemiz gerekiyor. Koşulları düzeltmek bizim elimizde. Onun için de aktif daha güzel bir dünya yaratma, daha güzel bir Türkiye yaratma umudunu aktif olarak beslemeli ve eyleme katılmalıyız.
Bunun dışında insanlık elbette ileri gidiyor. Yani düşünün binlerce yıllık insanlık elbette ileri gidiyor. Orta çağdaki gibi cadılar yakılmış Avrupa şehirlerinde başka türlü zulüm devam etmiyor mu? Ediyor. Maalesef ediyor. İnsanoğlunun o Freud'un temelinde bir yıkıcılık vardır dediği o inanç doğru mu yanlış mı onu ayrıca tartışırız. Ama bu Homo sapiens birbirini öldürüyor. Maalesef böyle. Habil Kabil'den beri böyle. Ama biz gene de barış umudunu, barış için çalışmayı elden bırakmayacağız. İnsanlık ileri gidiyor ama bu lineer bir gidiş değil. Dümdüz bir gidiş değil. Hep ileri gidiş değil. Zikzaklar yapıyor. Bazen böyle yukarı giderken zikzak aşağı düşüyor, daha sonra tekrar gidiyor. En sonunda daha yükselmiş oluyor. Ama bizim ömür dilimimiz çok kısa. Maalesef biz tarihe tanıklık ediyoruz diyoruz ama ancak küçücük bir noktasına tanıklık ediyoruz. Eğer bizim doğduğumuz yıllar ve yetiştiğimiz yıllar o zikzak aşağı doğru gittiği yıllara denk geliyorsa, felaket oluyor dünya.
Yani düşünün 1910-15’te doğan bir Osmanlı vatandaşısınız. İşte arkasından savaşlar, imparatorluğun yıkılışı, kaybedilen ülkeler ve o yas dünyası içinde ve tekrar bir mücadele, tekrar bir kalkınma hamleleri falan. Yani gerçekten diyebilirsiniz, "Dünya çok zormuş." Ama diyelim 1940’larda, 50’lerde, 60’larda doğan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı insan daha güzel bir dünya gördü. Bakın 1940’larda Avrupa yıkıldı. Bütün Avrupa ülkeleri birbirini bombaladı. Amerika dahil Pearl Harbor dahil düşünün, yıkıldı. Milyonlarca, on milyonlarca genç öldü. Şehirler tarumar oldu. Tapınaklar, kiliseler, akademiler, her şey yerle bir oldu. Açlık, kıtlık, sefalet, bulaşıcı hastalık. Ama sonra düzeldi. O yıllarda Avrupa yıkılırken bizim ülkemiz sakindi. Evet, savaş tehlikesi var diye belki ekmek vesikaya bağlanmıştı, bazı tedbirler alınmıştı, askerlikler 4 yıla çıkarılmıştı falan ama yine de Avrupa gibi bir sefalet çekmedik.
Demek ki büyük filozof ve sosyolog tarihin en büyük insanlarından birisi olan İbn Haldun'un düşüncelerinden çıkarılan bir söz var: "Coğrafya kaderdir" diye. Doğrudan böyle bir söz yok ama onun düşüncelerinden çıkarılan bir söz bu. Evet, coğrafya kaderdir ama aynı zamanda dönem de kaderdir. Yani hangi coğrafyada ama hangi dönemdesiniz? Çünkü dünya zaman zaman çok çok değişik dönemlere giriyor. Medeniyetler çöküyor, başka medeniyetler çıkıyor. Yepyeni coğrafyalarda yeni uygarlıklar yeşeriyor. Eğer biz 10-12. yüzyıllarda yaşıyor olsaydık, dünya medeniyetinin başkenti, kültürün başkenti neresi denseydi diyecektik ki elbette Bağdat. Beyt'ül Hikme, bütün oradaki bilim adamları, matematiği, astronomiyi, algoritmayı, hepsini yapan, icat eden, yapan, hatta eski Yunan klasiklerini çeviren, bin tane satranç okuluna sahip olan Bağdat. ....
Комментарии