Firat Nehri

preview_player
Показать описание
Sabah daha imsak vakti girmeden yola koyulmuşuz, rehberimiz Ömer Velioğlu ile birlikte Arguvan yolu üzerindeyiz ve bot yüklü aracımızın istikameti Karakaya Baraj gölünü gösteriyor. Yaklaşık 60 kilometre sonra, Arapgir yolu üzerinden sağ tarafa toprak bir yola sapıyoruz. Altı kilometre uzunluğundaki stabilize yol üzerindeki Çiftlik köyünü geçtikten sonra Baraj Gölü sahiline ulaşıyoruz.
Karanlık yerini aydınlığına terk etmek için doğum sancısı çekiyor. Karanlık ile aydınlık arası sabahın koyu mavi renkleri hakim gökyüzüne… Baraj Gölü, siyaha çalan mavisiyle âdete büyülüyor bizi… Çarşaf gibi serilmiş, yumuşacık bir görüntüsü var gölün… Ortalık sessiz, ne balık uyanmış ne de kuşlar… Gezimiz başladığında, botu gölün üstüne saldığımızda, çalışan motor sesi birazdan bu sessizliği bozmuş olacak. Baskil tarafındaki ışıkları yanan köyler derin uykuda… İki şehri Malatya ile Elazığ’ı (Arguvan ile Baskil’i) birbirinden ayıran nehir, bizi, davetli iki misafiri (beni ve Ömer’i) kucağında misafir etmek için sanki sabırsızca bekliyor. En azından biz öyle sanıyoruz.

***********
Ve botumuz hazır. Ya Allah bismillah diyerek botu gölün üzerine saldık, motoru çalıştırdık. İlk defa bir bot üzerinde Karakaya Baraj gölünü gezecek olmanın içimize sığmayan mutluluğunu tarif edecek cümle bulamıyorum. Karadan gölün ortasına doğru açıldıkça, sanki sonsuzluğa doğru, evrenin boşluğunda uçuyormuş gibi hafif hissediyorum kendimi…
Arkandan bıraktığın hiç kimseyi, hiçbir şeyi, acı tatlı hiçbir olayı düşünmeden, sıfır hafıza ve bilgiyle başlıyorsunuz bu eşi benzeri görülmeyen geziye… Dünyayı satıp çıkıyorsunuz sanki hiç bitmeyecek olan bu yolculuğa… Doğanın içinde, vahşi dağların arasında, masmavi ve buz gibi gölün üstünde sana sadece martılar eşlik ediyor, uzak zirvelerin ve sarp kayaların arasında gezen keçiler selam veriyor, altımızda yüzen balıklar hiçbir şeyden habersiz avlanmayı bekliyor… Saatte 30 kilometre hızla ilerleyen botun üzerinde gölün serin esen rüzgârı hem bedenimizi hem de ruhumuzu okşayıp geçiyor. Etrafımı aç kurtlar gibi seyrediyor, dağlara, göle, kıyılara ve martılara sanki yiyecekmiş gibi bakıyorum. Seyahat boyunca gördüğüm her yeri ve güzelliği iyice içime çekemeden, beynime ve kalbime kaydedemeden geçtiğim için üzülüyor ve fakat biraz sonra önüme çıkan yeni güzellikler ve harika manzaralar ile seviniyorum.
Hareketimizden yaklaşık 700 metre sonra erken denilecek bir vakitte sahile yanaşıp karaya çıktık. Neden? Çünkü 30 kilometre boyunca, ta Keban Barajı gölüne kadar olan mesafede görebileceğimiz en önemli tarihi ve arkeolojik mekânla buluştuk.
Gölün her iki tarafında da yüksek kayalar ve bu kayaların içinde bulunan mağaralar, delikli taşlar, oyuklar… Kaç yıllık kalıntı, hangi çağdan kalma, kimler yaşamış, nedir neyin nesidir, hiç bilmiyoruz… Ne Malatya cephesi ne de Elazığ tarafında bir araştırma yapıldı mı, onu da bilmiyoruz. Bu kayalara ve mağara içlerine tırmanmak neredeyse imkânsız… Keşfedilmeyi bekleyen göle nazır muhteşem görüntüler… Valilikler, Kültür ve Turizm Müdürlükleri, Belediyeler, Üniversitelerde unvan kapmak için yarışan öğretim elemanları ne iş yaparlar, bilmiyorum. Gölün kenarında tarihi bir hazine yatıyor, kimsenin haberi yok. Tarihçilerimiz, yazarlarımız ne iş yapar, onu da bilmiyoruz.
Рекомендации по теме
visit shbcf.ru